28 Mart 2010 Pazar

SEVGİLİ TUTMUŞ YULARIMDAN!


SEVGİLİ TUTMUŞ YULARIMDAN!

O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zattı, hem de Allah hası. Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu, iyi bir bahta eriştirir, en iyi bir makama çeker yüceltir. Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf nasıl olurda kahretmeyi isterdi?

Çocuk hacamatcının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir. Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir.

Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak! (Mesnevi).

Anlamadım. Karışık laflar.

Kaç türlü ölüm var?

Kaç türlü kayıp.

Kaç türlü?

Canım yanıyor. İçim acıyor. Burnumun direği sızlıyor. Kalbimin üzerinde bir ağrı. Ensem geriliyor. Başımın üstünde bir ağırlık. Kaslarım birbirine geçiyor sürekli.

İhtimalleri düşünüyorsun.

İhtimalleri düşünüyorum. Aslında düşünmüyordum. Tek bir ihtimal. Kafamın içinde dönüp duran. Aklımla, zihnimle ya da ne diyorsanız siz ona. Mantığımla belki düşünüp bulduğum tek bir ihtimal.

Her zaman en az üç seçenek vardır derler.

Laf salatası yapıyorsun.

Tamam kızdın, o tek ihtimalden söz et. O tek ihtimal en çok korktuğun olmalı? Şu anda yaşadığından bağımsız, ne zaman ne yaşasan hemen geliveren. Her zaman en çok neden korkuyorsan o.

Doğru.

Şu anda da mantıklı düşünebiliyorsun. Duyguları elinle suyun yüzeyinden kenara ittin. Akıl devrede. Bu iyi. Düşün şimdi geriye doğru, ileriye doğru. Her zaman en çok korktuğun şeyi. O tek ihtimali.

Buldum.

Gir içine şimdi.

Korkunç.

Tahmin edebiliyorum. Ben de benimkindeyim. Sol kürek kemiğime bir ağrı saplandı.

Peki ne olacak şimdi?

Bekleyelim. Başka bir seçeneğimiz kalmamış olsun.

Çaresizlik.

Evet çaresizlik. Kalakalmışlık. Bütün savunmaların kalktığı acizlik. Tüm çıplaklığınla çocuk halinle merhamet dilenmekten başka bir şansının olmadığını düşündüğün an. Eğer bir çocuk olsaydın ne yapardın böyle bir durumda?

Ağlardım.

Ben sessizliğe gömülürdüm. Oradan kaçmak isterdim. Utanırdım. Başkaları ne yapardı sence?

Herkes çocukken öğrendiğini mi?

Evet.

Hala çocuksun sonra ne olur?

Belki dayak yerim, belki kızarlar, belki ceza verirler, belki de bağışlarlar.

Kimler?

Büyükler.

Şimdiki büyükler kim?

Etrafımdakiler, önemsediklerim, ihtiyacım olduğunu düşündüklerim, çevre.

Yani senin dışındakiler.

Benim dışımdakiler.

İşin ilginç tarafı işte bu. En büyük korku bu. Yargılanma. Değerlendirilme. Kınanma. Ya da başına gelebileceğini düşündüğün her neyse. İşte bu korku. Hem korku hem ihtimal.

Korku bir ihtimaldir. Gerçek değildir.

Ve hiçbir zaman bilemeyiz dışımızdakilerin tavrını. Merhametli olup olamayacaklarını. Ama biliriz asıl Padişah’ın ne yapacağını. O hep merhametlidir. Nasıl yaptığını bilmesek de sonucun hep merhamet olduğunu.

Nereden biliriz?

O vaadinden asla dönmez. Ne yapacağını, nasıl yapacağını önceden bildirmiştir. Tek bir şey ister. Ana gibi kucağına gitmemizi. Diğerleri yerine merhameti de, iyiliği de ve başka istenecek ne varsa hepsini ondan istememizi ister.

Hem rahatlatıcı hem mantıklı.

O zaman başta söyledikleriniz de yerine oturuyor.

Evet. Tam tamına.

Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak!

Korku yerine onun kucağına gitmek. Mantıklı ve rahatlatıcı.

Sevgiliye çekilmek.

Evet olan bitenin özü bu. Sevgiliye kaçmak. Bilmem fakat kaç bin türlü yolla.

Sevgili tutmuş yularımdan beni,
develer gibi habire çeker.
Esrik devesini böyle nereye götürür,
böyle hangi katara?

Hem canımı çiğnedi benim o,
hem bedenimi çiğnedi.
Gönlümü bağladı benim o,
kırdı şişemi.

Ne iş yaptırmaya götürür, bilmem,
nereye götürür beni.

Sevgili takar beni oltasına,
atar karaya balık gibi.
Sevgili kurar gönlüme bir tuzak,
avcıdan yana çeker sürür beni.

Bakarım tabiat başlar büyük işine:
Bulutlar gelir uzaktan
katar katar, küme küme.
Bulutlar sular ovaları.
Bulutlar yürür dağlara doğru.
Uyanır açar gözlerini yeryüzü.
Gökler çalar davulunu.
Dalların gönlüne çeker gülün özü
en güzel kokusunu baharın.
Tohumun gönlü başlar vermeye tohum.
Ağaç durmadan söyler, döker içini. (Hz.Mevlana )

25 Mart 2010 Perşembe

Güzel ve Çirkin

Güzel ve Çirkin

Güzellik ve çirkinlik iki zıt kavram ama çok su götürür tarafı elbette var, fakat biz yine usûl olduğu üzere güzel nedir çirkin nediri veya güzellik nedir çirkinlik nediri kendi perspektifimizden ele almaya gayret edeceğiz. Nedir güzel ve çirkin olan şey onca göreceliliğe rağmen?

Görecelilik şahsi zevkle sınırlıdır ama objektif olarak da güzel ve çirkin vardır. Allah’ın güzel dediği güzeldir, çirkin dediği çirkindir vesselam. Bu kadar kolay, bundan ibarettir. Efendim renkler ve zevkler tartışılmaz diye bir kaide var, doğrudur. Bu kişinin kendisiyle sınırlı olarak ben şunu güzel görürüm, bunu çirkin görürüm deme hakkıdır.

Yani bireysel, ferdi olarak böyle bir hakkı var. Bizim söylediğimiz görecelilikte bunu ifade ediyor aslında öyle değil mi?

Evet ama güzel estetik demektir, estetik bediiyyattır, Cenab-ı Allah’ın el-Mubdi, numunesiz güzellikler yaratma… Bakın Halık ism-i şerifinden farklı bir esma’dır el-Mubdi; numune olmaksızın, birşey’e benzetme kastı veya bir örnek, model olmaksızın model olacak kadar güzel şeyler yaratabilme.

Benzersiz, eşsiz güzellik…

Evet. bediiyyat. Bunun batı’daki adı estetiktir ve estetik bir ilimdir. Estetik bir ölçü ilmî değil, bir oran ilmidir. İnsan’ın güzelliği ve çirkinliği elbette vardır. Güzel insan var çirkin insan var. ‘Efendim gözüm alıştı ben onu güzel görüyorum’, o senin görüşün objektif olarak. Mesela bütün güzel yüzlü insanların kaşları ile gözlerinin arasındaki mesafeye dikkat edin çirkin diye kabul edilen insanlardan daha açıktır. Kaş yüksekliği, çehrenin güzelliğinin ölçülerinden biridir, objektif ölçülerden bahsediyoruz. Bir de görmek var ki o subjektiviteye giriyor, mesela Hazret-i Ebubekir efendimizin Rasûl-i Ekrem Hazretlerine arzettikleri, böyle içinden taşarak "Ya Resûlullah ne güzelsin, senin kadar bir güzel varlık var mıdır?’ diye ifade ettiği güzel görme, aynı zamanda o bir hakikati görmektir. Hazret-i Ebubekir'inki o ayrı, bir de Ebu Cehil’in (estağfirullah) Efendimize çirkin diye iftira etmesi… Kendi çirkinliğini o’nda görmesi çünkü Efendimiz aynı zamanda bir Mirat-ı Mücella’dır. Hasan Sezâyi-i Gülşenî Hazretlerinin buyurdukları gibi "Muhammed’dir cemâl-i Hakk’a mir’ât, Muhammed’den göründü kendi bizzat" diyor. Herkesin anlayacağı incelikte bir laf değildir, biraz kalın laf’tır. Hazmı zordur; görünmek başkadır, Allah olmak başkadır. Bunlara dikkat etmiyorlar, vay efendim işte bu nevi zevat Allah’a şirk koştu falan diyorlar. Hallac-ı Mansur’u anlamadıkları gibi, Beyazıd-ı Bestami’yi anlamadıkları gibi anlamazlar. E herkeste anlayacak değil ki tabii, yani Efendimiz’i bütün Ashâb-ı kirâm Hazret-i Ebubekir gibi mi anladı? ‘Ben size nimetimi tamamladım ve din olarak İslam’dan razı geldim.’ ayet-i kerimesi nâzil olduğunda Ashâb-ı kirâm efendilerimiz sevindiler, müjde aldılar. Hazret-i Ebubekir üzüldü, ağladı. Niye böyle diye sorulunca ‘Siz bilmiyor musunuz bir peygamberin vazifesinin ve varlığının sebebi tebliğde bulunmaktır.Tamamladım dediğine göre Cenab-ı Hakk, Hazret-i Peygamberin tebliğ fonksiyonu bitti. Tebliğ fonksiyonu bitince dünya hapishanesinde kalmaz, Resûlullah artık bize misafir, dedi. Ve Efendimiz çok kısa bir zaman sonra âlem-i ahiret’e doğdu. Şimdi bakın bu inceliği anlayabilmek bile çok özellilikli bir farktır. Bunu bak herkes anlamıyor dolayısıyle İslam’ın inceliğini, güzelliğini, İslam’ın neye güzel neye çirkin dediğininde herkes tarafından eşit ve doğru bir şekilde anlaşılmasını beklemek yanlıştır. O zaman bunun varis-i enbiya olan zevat-ı kiram ki Efendimizin şeriatına vâris olanlar ulema efendilerimizdir, Efendimizin haline vâris olanlar meşayih efendilerimizdir, nedir güzel, nedir çirkin onlardan öğrenmemiz lazım. Estetik ilminin oranlar güzelliği, bu sâdece şekilde değildir; mesela mûsikîdeki oranlar… Ona bizim mûsikîmizde eski tabiriyle niseb-i şerife denir yani seslerin kalınlıkları, incelikleri arasında frekans adedinden kaynaklanan kalınlıkları incelikleri arasındaki belli oranlar bir makam dizisi içinde ne kadar fazla ise o makam o kadar güzeldir, ne kadar az ise o kadar o makam daha az güzeldir. Bakın bunlar hep ilmî açıdan…Ama bunun yanı sıra bu niseb-i şerifeye yani güzel aralıklara daha az oranda sahip olan bazı makamlar bazen daha müessir makamlari olabilir. Tesir başka birşeydir, objektivite başka birşeydir. Güzel, Allah’ın güzel dediğidir ve Allah güzeli sever. İnnallahe Cemilun Yuhibbul Cemal: Allah güzeldir, güzeli sever. Güzel nefsimize güzel gelen değildir, çünki nefse güzel gelen şeyde istifade fikri vardır, menfaat fikri vardır. Bu menfaat ve elde etme, talep etme olmaksızın birşey’i güzel görmek Allah’ın güzel gördüğünü güzel görmek demektir. Bazen nefse güzel gelen şeyler Allah indinde çirkindir, demek ki hakikatte çirkindir. Bazen nefse zor gelen şeyler ve belki de o nefsin zorlamasıyla da çirkinleştirilen şeyler Allah indinde güzel olduğu için hakikatte güzeldir. Ve bizim ecdadımız çok irfanlı insanlardır eğlendirirken öğretmeyi çok iyi bilirler. Onun için bizim Türk mûsikîsinde özellikle şarkı güftelerini tefekkür ederek dinlersek çok şey öğreniriz. Mesela Lem'i bey’in bir şarkısı vardır ‘Severim her güzeli senden eserdir diyerek’. Eğer bunu afedersiniz bir zampara bahanesiyle söylerse o zaman nefsanidir ama her güzelin hakiki ve mutlak güzel olan Allah-u zulcelâl’in güzelliğinin müşehadesi olarak görüldüğünde severim her güzeli çünkü Allah’ın eseridir.

Güzelden gelen güzeldir.

Bu meseleleri anlayabilmek için nefsten mümkün mertebe kurtulmak lazımdır. Hadi yapamıyorsak bile birazcık düşünce bazında nefsin hakimiyetinden kurtulup daha doğru düşünmek ve daha doğru neticeler elde etmemiz yapmaktan daha kolaydır. Evvela düşünce bazında gerçekleştirirsek Allah’tan yapmaya da muvaffak olmayı temenni ederiz, dua ederiz, inşa’Allah olur.

Birde nesnelerin, objelerin güzelliği, çirkinliği yanında vukua gelen hadiselerin güzelliği, çirkinliği söz konusu. Hatta bu mânâ’ da bir hüsnü bizzat, ya bizzat güzeldir yada hüsnü bilgayr neticeleri itibari ile güzel olan hadiseler vardır. İlk bakışta yani zahiren mülk boyutuyla herkese güzel gelen şeyler vardır; insanların birtakım nimetlere mazhar olması güzeldir, nimettir ve elbette şükrü gerektirir. Bir de birtakım hani musibet, musibat diyebileceğimiz hadiseler var ki zahiren incitici, acıtıcı, zor, zahmetli, dayanmayı, ağlamayı gerektiren insanı zor’a zahmete sokan şeylerdir,ama oralarda da, yani o ilk zahiren bakıldığında güzelliği kolay anlaşılamayan şeylerde de neticeleri itibariyle, zaman geçmesi ve bir takım neticelerin husule gelmesi itibari ile de güzelliklerin olduğu, gizlendiği güzellikler var.

Ama bizzat çirkinliklerde var. Şimdi Hazret-i Hüseyin efendimizin uğradığı bela, ve o bela’nın neticeleriyle hâla günümüze kadar uzayan bir müslümanlar arasındaki ayrılık, tefrik var…Nesi güzel bunun? Hiçbirşeyi güzel değildir. Mesela zulüm güzel değildir, adalet güzeldir, zulümden de güzellik çıkarılabilir o ayrı birşey, ama zulüm bizatihi güzel değildir, Allah’ın da beğenmediği birşeydir. Yani Efendimizin ‘Yarabbi sana sığınırım’ buyurduğu, diye niyaz’da bulunduğu faydasız ilim çirkindir. Tembellik çirkindir, korkaklık çirkindir, güzel olsaydı Efendimiz bunlardan sana sığınırım demezdi. Bunlardan güzellik çıkabilir mi diye sorulursa, zat itibari ile çirkin olduğu için bunlardan çıkmaz, çıkaranın güzelliğinden çıkar. İmam Hüseyin efendimizin başına gelenler zulumdür, o zulme razı olmamak güzelliğini yaşamak kişinin kendi cevheridir, oradan güzellik çıkarıyor; Yarabbi ben bu zulme razı değilim. Ben o dönemde yaşasaydım Hüseyin efendimizin yanında olurdum, ölürdüm zulme razı olmazdım, demek güzelliktir. Ha Cenab-ı Allah bir kuluna bu güzelliği vermek için Hüseyin kuluna böyle birşey yapar mı? Mülk sahibi O, ister yapar ister yapmaz. Biz O’na ne sual sorabiliriz, ne sorsakta cevabını alsakta anlayabiliriz. O anlatırsa anlaşılır. Hazret-i Zekeriyya ağacın içinde testereyle kesildi, zulüm değil mi? Hazret-i Yahya’nın Salome başını kestirdi, zulum değil mi? Elbette zulüm…Bunlar çirkindir yani vak’alardan buyurdunuz da, vak’alarında adalete karşı olan davranış biçimleri zulumdür. Hırsızlık çirkindir, hırsızlığa maruz kalanın sabrı güzeldir.Yarabbi zaten hakiki sahibi sensin, sen aldın sen verdin diyebiliyorsa oradan güzellik çıkar.

Yani birazda insanın kendi güzelliğinden hareketle, yani o güzelliğin ışık vurmuş yansımış, o kendi güzelliğini tezahür ettirmiş.

Bir zat vardı, Allah kimseye göstermesin, yetişmiş oğlu trafik kazasında vefat etti, işte vazifeler yapıldı, yerine yerleştirildi eve geldiğinde tabi çoluk çocuk ağlıyorlar, üzülüyorlar. Gayet vakur bir şekilde hiç unutmuyorum, o da vefat etti Allah rahmet eylesin, ‘Gözyaşı dökecekseniz ehl-i beyti Mustafa’ya dökün…Evlad’ı verende O, alanda O… Gözyaşı dökülmez’ dedi. Kalbi kimbilir nasıl kan ağlıyor o ayrı mesele ama bu bir terbiyedir. Resûl-i Kibriyâ Efendimizin mahdumu mükerremleri Ibrahim aleyhisselam’i defnettikten sonra gözünün sulanması üzerine, ashabın bazılarından ‘Hani ya Resûlullah ölenin arkasından ağlamak yok’, hayır, dedi yanlış anladınız, ben size ‘Benim yavrumu benden niye aldın’diye Rabb’e kafa tutmayı, yaka paça yırtmayı, dövünmeyi yasakladım ama ben babayım dedi, baba! Elbette benimde bir hüznüm var, bu hüznüm gözümden yaş olarakta dökülür, dedi. Bakınız hudud meselesi…Malumaliniz Kur’an-ı Kerim’de Allah mü’minleri tarif ederken, ruku ederlerse ederler..sonundaki cümle nedir: Onlar Allah’ın hudutlarını muhafaza ederler. Yani biz şaka yollu konuşurken İslam’ın şartı beş, altıncısı haddini bilmektir diyoruz ya, nerden çıkardın diyorlar. Ayetten; Allah’ın hududunu aşmamak demek haddini bilmek demektir. Haddini bilmek güzeldir, haddi aşmak çirkindir.

Orada tabi çok önemli bir nokta, insâni olan inkâr edilmiyor yani kalb hüzenlenir, göz yaşarır ama ötesi hududu aşmaktır.

‘Ben babayım.’ Bakın babalıkta böyle birşey var, bizzat Efendimiz bunu buyuruyor. Allah kimseye göstermesin, ve Efendimiz ne büyük bir fedakâr hayat yaşamıştır ki Resûlullah Efendimize muhabbeti olan bir zat, Allah göstermesin tekrar tekrar niyâzda bulunalım, bir evlad acısına maruz kaldığında, ya Habibullah bile bu acı’ya maruz kaldı, ben kim oluyorum diye en büyük teselliyi yaşayabilir. Yeter ki Efendimizi sevmesini öğrensin.

Bu da tabi özellikle iman’ın inkişafı, Allah’a ulaşmanın yani sünnet-i seniye’nin neye vasıta olduğunu idrak etmesi.

Rahat yaşamaya, Allah’ın emîrleri, Efendimizin tavsiyeleri, bizzat yaşadıkları hep bizim rahatımız, bizim menfaatimiz içindir.

Bizim çirkinlikten uzak durmamış güzelliğe ram olmamız…

Onlara bir fayda yok, ancak nasıl biz yavrumuzun, talebemizin, memurumuzun sözümüzü dinlemesinden ve doğruyu yapmasından hoşlanıyorsak, Allahü Zülcelal’de sözünün dinlenmesinden, emirlerinin yerine getirilmesinden, kullarının Habibi edibi’nin gösterdiği yolda gitmesinden memnun olur. Çünkü o bizim evladımızın, memurumuzun, talebemizin doğruluğundan memnun oluşumuz, O’nun o memnuniyetinin bizdeki halifetullah yansımasıdır.

Hani bir dua vardır; Hakkı hak bilip Hakk'a ittiba, batılı batıl bilip batıldan istinab üretme hali, bir mana’da hani güzelle çirkin arasındaki tercihimizi ortaya koyuyor.

Güzel ve çirkin her hadiseye tatbik edilebilir; Hakk güzeldir, batıl çirkindir.

Hocam teşekkür ediyorum, inşa’Allah güzellik ve çirkinlik noktasında Cenab-ı Hakk’ın güzel dediğini güzel kabul edip, ondaki güzelliği de farketmeyi, çirkin dediğini çirkin kabul edip çirkinliklerinden farkedip istinab etmeyi Rabbimiz hepimize lütfetsin. Yoksa birçok insan hani deriz ya çirkefin içerisinde, bataklığın içerisinde…

Dünya çirkef zaten.

Evet, bu mana’da dünyanın kendine bakan nazarında böyle bir hal söz konusu; fena ve fani olan yüzünde böyle bir durum söz konusu…

Bir de Dun/yā aşağılıkistan demek. Lûgât manası’da bu.

O mana’da güzellik ve çirkinlik dengesini muhafaza etmeyi, o nazarla bakmayı, hayatımıza o çerçevede ikame etmeyi bizlere nasip etsin. Şunu söyleyecek idim özellikle, Allah sevdiği kuluna kendi sevdiği şeyide sevdirir, razı olduğu kuluna razı olacağı şeyleri yaptırır inşa’Allah. O çerçevede bir hayat hepimize lütfetsin inşa’Allah. Çok teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ederim

* Bu söyleşi Dost Tv'de Hayri Akıncı'nın sunduğu ve Ö. Tuğrul İnançer'in konuk olduğu "Gönül İkliminde" adlı program'dan deşifre edilmiştir

7 Mart 2010 Pazar


HZ.MEVLANA'DAN...

BUGÜN AHMED BENİM


Bugün Ahmed benim,
Ama dünkü Ahmed değil!
Bugün Anka benim,
Ama yemle beslenen kuşcağız değil.
“Enel hak” kadehiyle bir yudum içen, sızdı tanrılık şarabından;
Şişelerle, küplerle içtim ben, yine sızmadım.
Ben sultanların aradığı sultan,
Ben hacetler kıblesiyim.
Gönlün kıblesiyim ben.
Ben Cuma mescidi değilim;
İnsanlık mescidiyim ben.
Ben saf aynayım, sırrım dökülmemiş, paslanmamışım.
Gönlü saf sufiyim ben,
Benim tekkem alem; medresem dünya benim.
Değilim abalı sufilerden.
İster yakarış eri ol sen, meyhane eri istersen;
Bundan sanki ne çıkar?
Yok Cumartesi imiş, yok Cuma imiş, bence ne farkı var?
Gerçeğin tadını alan er,
Ne altına aldırış eder,
Ne kalender tacına bakar.
Ne tasası vardır, ne kini.
Ey Tebrizli hak Şemsi,
Yüzünü göstermeseydin sen, yoksul çaresiz kalırdı kulun,
Ne gönlü olurdu, ne dini...

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...