26 Eylül 2010 Pazar

SUSMAK GÜZELDİR


SUSMAK GÜZELDİR!
Usulca sokulur derviş, gülün dibine… Susmak güzeldir.
Uzanır yalnız elleri pınara... Susmak güzeldir.
Dokunur bakışları sıdk ile -ezelî- bakışlarına… Susmak güzeldir.
Kirpiklerinde süzülür gün ışığı rengârenk… Susmak güzeldir.
Gözyaşı yükselir, pırıl... pırıl aydınlanır gözleri acının… Susmak güzeldir.
Öfkeyle kıvrılan dudaklarına bir bûse kondurur rüzgâr… Susmak güzeldir.
Kervânlar, arabalar, trenler, uçaklar, bir şeyler alır götürür sevgiliyi; elleri asil, başı dimdik, ama yürek alev alev, bir kibrit çöpü gibi kıvrılır… Susmak güzeldir.
Nurlar iner her bereketli toprağa... Vahiy nasıl sularsa gönlü, ilhamlar öylece yeşertir insanın bilge yanını. Artık az önceki, bir önceki insan değildir, ama idrak edemez bunu... “Mal bulmuş mağribi…” Anlaşılmamak bir şeydir yine de; yanlış anlaşılmak ise iyi bir cezâdır emâneti heder edene… Susmak güzeldir.
Gayb bahçelerinden kokular getirir bazen nesîm-i seher, bâd-ı sabâ... Rüyalara girer altın taçlı sultanlar. Bazen kapı açılır, Hızır girer içeri… Her aşk paylaşılmak için sabırsızlanır. Paylaşılınca tükenir bereketi... Ucub ve kibir, riyâ ve varlık hissi sızar pencerelerden… Susmak güzeldir.
Yahya Kemal örnek kişilik tipi çizer. “Şarkın velî çehresi” diye anlatıp durduğu zâtı, câmi kürsüsünde görür bir gün... Hevesle kulak kabartır. Bozulur büyü… Susmak güzeldir.
Nice câzip duruşların, konuşma başlayınca dökülüverir yaldızları… İmaj ve asıl arasındaki dev aynasıdır mükâleme… Susmak güzeldir.
Öfkeyle üzerimize salınan kelimelere karşılık, hangi kelimeyi cepheye sürersen sür yenilecektir iz’an, kabaracaktır öfke... Susmak güzeldir.
Tesellî, birinin acısına söz ile ortak olmakmış Arapça’da; bir anlamı yokmuş acıyla kavrulan bir yürek için… Müsâvât imiş, o anda acısını dindirecek olan her neyse onu sunabilmek, onunla çare olabilmek, devâ bulmak... Bunun için, “Yâ Vâsî”, “Yâ Müvâsî” kıymetli yakarışlardır. Mavinin koyuya çaldığı anlarda… İnsanlar çok ilginç; acı çektiğimizi görürlerse anlamlı-anlamsız pek çok sözle teselliye kalkışırlar, acınızı içine gömüp ALLAH (c.c.) için susarsanız, canınızı acıtmak, illâ ki, bir feryat duymak için kanatırlar bağrınızdaki hançeri… Susmak güzeldir.
Susmak güzel. Susmak hayırlı. Susmak dostluk alâmeti, yakınlık ve tanıdıklık işâreti… Yabancıya hâl anlatma sıkleti yok DOSTLARIN yanında, DOST hâlden anlar, DOSTLARIN yanında rahatça susulur. SÂMİ EFENDİ HAZRETLERİ benim dünyama “Susmak sohbetleri” ile girmiştir. Hani o, hâl lisânıyla bazı dostlarına: “-Haydi bir saat susmak sohbeti yapalım.” demiş de başlarını kalplerine eğip bir saat sükût ederlermiş. Susmak güzeldir.
Yanında susabildiğin DOSTLARA şükür! Yanımda susan DOSTLARA şükür!.. RAHMÂN’ın sözü sözüne değmiş, Kelîmullah olmuş, MÛSÂ -aleyhisselâm-… Deniz ikiye ayrılmış işaret edince… O müthiş mûcizenin vecdi içinde konuşunca karşı yakada, biri: “-Ne güzel konuştun!..” deyivermiş. Susmak güzeldir.
Sözden açılmış ilm-i ledün yolculuğunun kapısı: “-Güzel konuştun ya, güzel susmayı da öğren Kelîm’im!” Gemiye binerler, gemi delinir. Çocuk öldürülür. Duvar tamir edilir. Üç tuhaf hadise, üç hırçın soru… “-Sen benimle olmaya sabredemezsin Mîrim!” Susmak güzeldir… Derler ki, MEVLÂNÂ HÂLİD-İ BAĞDADİ Hazretleri, Hızır makamında, sormamayı başardığı için hâlâ sürmekteymiş yolculukları... Zaman ve mekânın ötesinde, ALLAH’ın ilminde… Susmak güzeldir…
ZEKERİYA Peygambere -aleyhisselâm-, bir evlâdın anne-baba için en makbul iki sıfatı ile, “cebbâr ve anîd olmamakla muttasıf” Yahya -aleyhisselâm-’ın müjdesi verildiğinde, üç gün “susmak orucu” emredilmişti. Cebr ve inada karşı susmak… Susmak güzeldir.
ÎSÂ -aleyhisselâm-; ALLAH’ın “kelimesi” idi. Doğduğunda MERYEM vâlidemize de üç gün “susmak orucu” emredilmişti. Ağır ithamlara karşı kundaktaki bebeği işaret ediyordu. Anne susuyordu, İSÂ’sı konuşuyordu. Susmak güzeldir…
PEYGAMBER EFENDİMİZ -SallALLAH-U Aleyhi ve Sellem- ile HAZRETİ EBÛ BEKİR -radıyallâhu anh- birlikte iken bir adamın hakâretlerine mâruz kalırlar. PEYGAMBER EFENDİMİZ susar. HAZRETİ EBÛ BEKİR -radıyallâhu anh- bir susar, iki susar, üçüncüde dayanamaz cevap verir adama!.. PEYGAMBERİMİZ -sallALLAH-U aleyhi ve sellem-’in yüzü değişmiş bir hâlde oradan uzaklaşır. Sıddîk-ı Ekber koşar peşinden, bin telaş! “-Biz susarken bir melek o adama aynen cevap veriyordu. Ama sen konuşunca melek sustu.” Susmak güzeldir…
“Kur’ân okunurken susun ki, merhamet olunasınız!..” buyuruyor CENAB-I HÂK. Kelime “ensitû”; susmanın en uysal, en kaliteli hâli… Susmakla merhamet arasındaki en güzel köprü Kur’ân sesi. Susmak güzeldir.
Su gibi dingin ve usulca… Su gibi lâtif ve azîz… Susmak güzeldir.
Sessizce gelip oturur derviş, eşiğe. Yüzü tâzîmle yönelir göğe… Sükût kıvrım kıvrım yükselir dergâh-ı hâcâta… Sevda söze dökülünce perişan… Muhabbet arz olununca yalın… Aşk ilan edilince arsız… Susmak güzel…

17 Eylül 2010 Cuma

Semâ'daki Sırlar

Semâ'daki Sırlar

SEZAİ KÜÇÜK*

Mevlânâ ile tanınan ve vefatından sonra onun adına tesis edilen Mevlevîliğin tarikat âyinine isim olan Semâ’; Arapça bir kelime olup lügatte; “dinlemek, işitmek, kulak vermek, işitilen söz, iyi şöhret ve iyi anılma” gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise; mûsikî namelerini dinlemeye, dinlerken vecde gelip harekette bulunmaya, kendinden geçmeye, oynayıp raksetmeye, tasavvuf ehlinin cezbe haliyle ayakta zikretmelerine verilen isim olmuştur.1

Mevlevîlerin belli günlerde bir araya gelip yaptıkları ‘semâ zikri’ne “Mukabele”, semâ’ gününe de “Mukabele Günü” denilmiştir. Mevlânâ zamanında bir nizâma bağlı kalmaksızın dînî ve tasavvûfî bir coşkunluk vesîlesiyle icrâ edilen semâ’, daha sonraki devirlerde (Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi zamanından Pîr Âdil Çelebi zamanına kadar geçen süre içinde) bir nizâma bağlanmış; icrâsı öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Böylece XV. yüzyılda son şeklini alan “Semâ’ Töreni”ne daha sonra sadece XVII. yüzyılda “Nâ’t- ı Şerîf” eklenmiştir.2

Semâ'nın yapıldığı alana ‘'Semâhane'’ denilir. Mevlevîlikte semâhanenin dairevî şeklinden, Mevlevîlerin üzerine giydiği elbiseye, üstüne oturdukları postların renklerinden semâ’ esnasındaki hareketlerine kadar her şeyin bir anlamı vardır.

Mevlânâ zamanında vakte bağlı olmaksızın vecd hali zuhur ettiğinde yapılan semâ’,3Mevlânâ’dan sonra genellikle Cuma veya öğle namazını müteakib icra edilmiştir. Semâ günü namazını kılan dervişler, hepsi birden manevi huzur içinde oturur ve tıpkı evreni oluşturan unsurların bir araya gelmesi ile çokluk âlemine ilk defa geliyor gibi beklemeye başlarlar.4

Semâ töreni XVII. yüzyıl bestekârlarından Buhûrîzâde Mustafa Itrî’nin Rast makamında bestelediği altı peygamberi öven “Nâ't-ı Şerif” ile başlar. Nâ’t-ı Şerîf kâinatın yaratılmasına vesîle olan, yaratılmışların en yücesi Hz. Muhammed’i öven, Hz. Mevlânâ’nın bir şiiridir. Bu nâ’tı, Nâthan, ayakta ve musikîsiz okur. Hazır bulunanlar manaya vakıf olma arzusuyla nât-ı şerifi can kulağı ile dinler. Böylece görünen dünyayı kuşatan eşyaların özünde saklı bulunan hakikati anlamak için bir “kalb-i hâfız”a (hatırlayan bir kalbe) sahip olurlar.5

Nâ’tı, bir Kudüm sesi izler. Allah'ın kâinatı yaratışındaki "Ol" emrini sembolize eden bu kudüm sesinin ardından, kâinata ruh verilmesini ve ilâhî nefesi (ilk nefes) temsil eden ney taksimi başlar. Taksim yapan neyzenin taksiminden dağılan nağmeler ve icra ettiği makamlar; Allah’ın tecellilerine dalmış ve O’nun varlığında kendini yok etmiş “ölmeden önce ölmek” sırrına ermiş, nefislerini çekici dünya hevesleri karşısında dizginlemiş salih insanların durumlarına işaret kabul edilir. Yine Mevlevîlere göre; ney’in sesi aynı zamanda bütün yaratılmışların yok olacağını ve ölümden sonra âlem-i berzahta bir süre hareketsiz ve sessiz bekleyeceklerini haber vermektedir.6

Kısa süren bu ney taksimin ardından kudümzenbaşı’nın kudüme ilk vuruşuyla birlikte Şeyh ve Semâzenler Allah’ın insanın önce cansız bedenini yaratması sonra ona kendi ruhundan üfleyerek diriltmesine, böylece evreninin oluşumu ve can buluşuna misal olmak üzere hep birlikte içlerinden “Allah” diyerek ellerini yere vurur ve birden ayağa kalkarlar. Bu aynı zamanda Kur’an ayetlerinde bildirilen yeniden dirilme ve bir araya toplanma gününe7de işaret sayılmıştır.8

Semâhanenin giriş kapısı ile tam karşıdaki kırmızı post (Şeyh Postu) arasında var olduğu kabul edilen bir çizgi, semâhâneyi iki yarım daireye böler. Semâ’/Mukabele meydanının sağ yarım dairesi maddî dünyayı (zâhir âlem), sol yarım dairesi ise manevî dünyayı (bâtın âlem) sembolize eder. “Hatt-ı istivâ” denilen bu çizgi, Mevlevîlerce kutsal sayılır ve aslâ üzerine basılmaz. Postun tam karşısında Hatt-ı İstivâ’nın semâ’ meydanını kestiği noktaya gelen semâzen burada da baş keser (selamlar) ve Hatt-ı İstivâ’ya basmadan yürüyüşüne devam eder.

Taksimden sonra peşrevin başlaması ile Şeyh efendi ve Semâzenler, semâ’ meydanında sağdan sola doğru müziğin temposuyla dârevî bir yürüyüşe başlarlar. Semâ’ meydanını üç kez dolaşmaktan ibâret olan bu dairevî yürüyüşe “Devr-i Veledî” denir.9

Bu yürüyüşler esnasında semâ’ meydanının sağ tarafından post hizasına gelen semâzen, Hatt-ı İstivâ’ya basmadan ve posta sırt çevirmeden dönerek karşıya geçer. Böylece arkasından gelen semâzenle karşı karşıya gelir. Bir an göz göze gelen iki semâzen, aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine baş keserler. Mevlevîlerce; mukabele meydanında mukabeleye duran kalplerdir. Bu hareket sebebiyle Mevlevî ayini “Mukabele” olarak isimlendirilmiştir.10

Mevlevî semâ’ındaki bu üç devirlik yürüyüş kıyamet gününü, o gün mahşer ehlinin peygamberleri gezip şefaat istemelerini fakat hiçbir peygamberin şefaate yetkili olmadığını sadece Hz. Muhammed’in şefaate layık olduğunu teşbih etmektedir. Mevlevî semâ’ındaki Devr-i Veledî denilen bu ilk kısmı, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled üç devir halinde düzenlemiştir.11

Bu devirler esnasında, “O gün her topluluk önderleriyle çağrılırlar”12 ayetinin manasındaki gibi semâzenler, şeyh denilen mânevî terbiyecinin rehberliğinde yürürler.13Bu yürüyüş aynı zamanda Mutlak Hakîkat’i “İlme’l-Yakîn” olarak bilişi, “Ayne’l-Yakîn” olarak görüşü, “Hakka’l-Yakîn” olarak da O’ na erişi sembolize eder.

Üçüncü devrin sonunda şeyh efendinin posttaki yerini almasıyla Devr-i Veledî tamamlanır.

Kudümzenbaşı’nın Devr-i Veledî’nin bittiğini îkâz eden vuruşları ile sessizce yerlerine çekilen semâzenler başları önlerinde beklemeye başlarlar.

Neyzenbaşı kısa bir taksim yapar ve âyin çalınmaya başlar. Semâzenler sadece vehimden ibaret olan beşeri varlıklarından soyunduklarını temsilen bu varlıklarının sembolü olan üzerlerindeki siyah hırkalarını çıkarır ve ellerini çapraz bir şekilde omuzlarına bağlarlar. Semâzen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak “1” rakamını temsil eder. Böylece Allah'ın birliğine şahadet eder. Bundan sonra semâzenler tek tek ve sıra ile şeyh efendi ile görüşerek (elini öperek) izin alır ve semâ’a başlarlar.14

Semâ’ mekanı olan semâhane'nin daireselliği, evreni sembolize eder. Şeyhin oturduğu Kırmızı post, Mevlânâ'nın makamı kabul edilir. Güneş batarken gökyüzü nasıl kırmızı olursa, Mevlânâ da güneş batarken vefat etmiştir. Postun kırmızı rengi “vuslat”ı yani Allah'a kavuşmayı anlatır. Mevlevîliğe yeni girenlerin oturduğu post siyah olur. Siyah renksizliğin rengidir, tevhidi temsil eder ve bütün renkleri içinde barındırır. Derviş bilgilenip yol alınca beyaz renkli posta oturmaya hak kazanır. Semâzenlerin başlarına giydikleri “sikke”; insanın kötü huylarının yani nefsinin mezar taşını, “tennure”; nefsinin kefenini, üstüne giymiş olduğu “hırka” ise nefsini simgeler. Semâzen semâ’ya başlarken hırkasını çıkarır ve manevi temizliğe adım atmış olur. Semâzenin, kollarını çapraz bağlı olarak duruşu Allah'ın birliğini ifade eder. Semâzen, kollarını iki yana açarak sağdan sola dönerken evreni kalbiyle kucaklar. Sağ eli gökyüzüne, sol eli yeryüzüne dönüktür. Bu “Hakk’’tan alır halka veririz, kendimize bir şey mâletmeyiz” anlamına gelir. Semâ’da, semâzenin Allah'ta yok oluşu da vurgulanır. Semâzenler gezegenlerin hem kendi etrafında hem de güneşin çevresinde dönmesi gibi meydanda dönerler. Semâ’, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan-ı Kâmil”e doğru yönelişini ifade eder.15

Semâ’, her birine “selâm” adı verilen dört bölümden oluşur ve semâzenbaşı tarafından idare edilir. Semâzenbaşı, semâzenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizamı temin eder. Birinci selâm, insanın kendi kulluğunu idrak etmesidir. İkinci selâm, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifâde eder. Üçüncü selâm bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir. Dördüncü selâm ise insanın yaratılıştaki vazifesine yani kulluğa dönüşüdür. Çünkü İslâm’ da en yüce makam, kulluktur.

Yine birinci selamda âşıklar, şüphelerden kurtulur ve Allah’ın birliğine tam iman ederler. İkinci selamda tüm varlığı bu ilâhî birlik içinde eritirler. Üçüncü selamda âşıklar kendilerini arındırıp “oluş” mertebesine ulaşırlar. Dördüncü selamda ise “varlık” içinde “yok” oluşa vasıl olurlar.

Dördüncü selâmın başlaması ile “postnişin” yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan ağır hareketlerle semâ’a girer. Hatt-ı İstiva’da semâzenlerin ortasında semâ eden şeyh sağ eliyle hırkasının yakasını açar, sol eliyle de hırkasının ucunu tutar. Bu şeyhin gönlünü herkese açtığını anlatır. Postundan semâ’ meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve orada direk tutar. Orası Hatt-ı İstivâ’nın ortası ve semâhanenin merkezidir. Bu noktaya “Kutup Noktası” denilir ki, Mevlânâ’nın ve onun yolunu temsil eden “Makam Çelebi”sinin yani “Hakikat-i Muhammediyye”yi temsil eden kutbun yeridir. Postnişinin onun vekili olduğu için burada semâ’ eder ve yine dönerek postuna geri gider. Buna “Post Semâ’ı” denir.

Şeyhin posttaki yerini almasıyla son taksim de nihayet bulur ve Kur’an-ı Kerîm’den bir bölüm yani “Aşr-ı Şerîf” okunur. Son dualar ve Allah’ın adı olan “Hû” nidâları ile son selamlaşmalarla Semâ’ Töreni neticelenir. Önce Şeyh Efendi sonra da semâzenler ve mutrıp heyeti şeyh postunu selâmlayıp semâhâneyi terk ederler. Böylece semâ’ töreni tamamlanmış olur.16

Mevlevî mukabelesindeki manevi işaretlerlere dair XVI. asır Mevlevî şeyhlerinden İsmail Ankaravî şunları söylemektedir: “Mevlevî mukabelesinde olup biten her şey insanın ve âlemin yaratılışı ve insanın Hakk’a dönüş yolculuğunun resmedilmesidir. Devirler sonucundaki selamlar tekbir selama raci’dir ki, Hz. Muhammed’in ruhaniyetidir. Sadece Mevlevî zikri olan mukabele devrî (dairesel) değil Mevlevî sulûku da devrîdir. Mevlevîlerin bedenleri devrettiği gibi ruhları da devreder. Muhammedî olan Mevlevîlerin sulûku ve mukabeleleri Vahdet-i Vucûd üzere daireseldir.”17

Dipnotlar:

*Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf ABD Öğretim Üyesi.

1-Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul 1991, s. 422.

2-Gölpınarlı, Abdulbaki, Mevlevî Adab ve Erkanı, İnkılab ve Aka Kitabevileri, İstanbul 1963, s. 76-77; a. mlf., Mevlânâdan Sonra Mevlevîlik, İnkılab ve Aka Kitabevileri, İstanbul 1983, s. 383.

3-Mevlevî Adab ve Erkanı, s. 63-71.

4-Hacı Feyzullah en-Nakşbendî el-Murâdî el-Mevlevî, Tercüme-i Risâle-i İşâratü’l-Ma’neviyye fî Ayini’l-Mevleviyye, İstanbul Matbaa-ı Amire 1864, s. 6; Mevlânâdan Sonra Mevlevîlik, s. 371-372.

5-Tercüme-i Risâle-i İşâratü’l-Ma’neviyye fî Ayini’l-Mevleviyye, s. 7.

6-Tercüme-i Risâle-i İşâratü’l-Ma’neviyye fî Ayini’l-Mevleviyye, s. 7-8; Çelebi, Celalettin B., “Sema”, 2. Milli Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), 3-5 Mayıs 1986, Konya 1987, 204.

7-Nebe Süresi, 38; Bakara Süresi, 255.

8-Tercüme-i Risâle-i İşâratü’l-Ma’neviyye fî Ayini’l-Mevleviyye, s. 9.

9-Mevlevî Adab ve Erkanı, s. 85-86.

10-Mevlânâdan Sonra Mevlevilik, s. 374-375.

11-Tercüme-i Risâle-i İşâratü’l-Ma’neviyye fî Ayini’l-Mevleviyye, s. 13.

12-İsra Süresi, 71

13- Tercüme-i Risâle-i İşâratü’l-Ma’neviyye fî Ayini’l-Mevleviyye, s.13-14.

14-Mevlevî Adab ve Erkanı, s. 87

15-Çelebi, Celalettin B., “Sema”, s. 204.

16- Mevlevî Adab ve Erkanı, s. 87-94; Çelebi, Celalettin B., “Sema”, s. 205-206.

17-İsmail Ankaravi, Minhâcu’l-Fukarâ, İstanbul 1256, s. 67-76.•


*Bu yazı Yeni Dünya Dergisi'nde yayınlanmıştır.

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...