Yusuf Kaplan
12 Kas 2021, Cuma
İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da
pınar, ırmak ve umman
Önce şu: Türkiye’de, “şeriat” denilince tüyleri diken diken
olan tuhaf insanlar var! Sadece Türkiye’de var bu tür tuhaf insanlar. Şeriat
denilince, el kesmeyi, kafa koparmayı anlıyor bu tuhaf insanlar medyatik
algının kurbanları oldukları için.
Şeriat’ın ne olduğu, ne demek olduğu sadece Türkiye’de
bilinmiyor!
Şeriat, hayatın, hakkın, hukukun, insanca ve hakça yaşamanın
ve yaşatmanın ve yol haritası oysa. Osmanlı bunun en çarpıcı örneği: 6 asırda
iki kişinin eli kesiliyor sadece!
Bu kadar yeter aslında ama yetmiyor.
Biraz entelektüel ufuk çizmemiz gerekiyor bu konuda kafası
karışıklar için!
EZBERLERİNİ DİN HÂLİNE GETİREN HİLKAT GARİBELERİ ÜLKESİ
Türkiye’deki şeriat algısı, İslâm’la savaş stratejisi bir
ürünü olarak geliştirilen İslamofobi gibi en ürpertici küresel nefret
söyleminin Türkiye’de de aynen karşılık bulmasının bir ürünü aynı zamanda.
Ama şu daha doğru galiba: İslamofobi, dünyanın hiçbir
yerinde Türkiye’de olduğu kadar iğrenç ve ilkel nitelikler ve boyutlar
kazanabilmiş değil. Şeriat’ın şeytanlaştırılması Türkiye’deki İslamofobinin
gayr-ı meşrû çocuğudur.
Türkiye’nin yaşadığı kaba, anakronik, sığ laiklik anlayışı,
İslâm’ı hayatın her alanından uzaklaştırmakla kalmadı; dünyada eşi benzeri
olmayan sığ, ilkel bir İslamofobi biçiminin de tohumlarını ekti.
Sonuçta, İslâm’la ilişkileri sadece ezberlere dayalı,
ezberlerini din haline getiren, şeriattan da, İslâm’dan da zırnık kadar
anlamadığı hâlde nefret eden acınası bir entelijansiya zuhûr etti.
Oysa şeriat, hayatın ve hakikatin, tabiatın ve insanın
korunmasının yegane sigortasıdır gerçek anlamda Müslüman bir toplumda.
Türkiye’deki jakoben, tepeden, zorla montelenen laikçilik uygulamasının, henüz
tam anlamıyla kök salmadığı 1970’li yıllarda, Uğur Dündar”ın yaptığı bir
program bütün Türkiye’yi hayretler içinde bırakmaya yetmişti: Doğu’da bir
ilçemizde Vanda’da hiç hırsızlık vakasına yaşanmadığını ağzı açık bir dille
anlatmıştı Uğur Dündar.
Gerçek anlamda Müslüman toplumda hırsızlık, yolsuzluk,
rüşvet olmaz: Eğer oluyorsa orada İslâm’ın, bizzat özde değil sözde Müslümanlar
eliyle öldürüldüğüne hükmedilir.
Şu kadarını söylemekle yetineyim bu giriş faslında:
Türkiye’de ezberlerini, saplantılarını din haline getiren, icat ettikleri bu
hayalî dinin gerçek olduğuna inanan ve bütün bir toplumu, İslâm’ı ve şeriatı bu
sahte dinle yargılamaktan çekinmeyen bir hilkat garibesi tipi var. Dünyada bir
benzeri var mıdır bu tipin, bilmiyorum.
PINAR, IRMAK VE UMMAN
Din, hakikatin kaynağıdır; şeriat ise hayatın. Hakikatin
hayat olmasının; hakikatin izinin sürülmesinin menbaı.
Şeriat’ın sözlük anlamı, «su içmek veya su getirmek için
girilen açık ve düzgün yol”dur. Şeriat’ın terminolojik / ıstılâhî anlamı ise,
“insanın susuzluğunu gidermek, saadete erişmek için günlük hayatının her
safhasında tutması gereken yol”dur.
O hâlde şöyle bir cümle kurabiliriz: Din, pınardır; şeriat
ise pınardan akan ırmak. Irmak ne kadar gürül gürül akarsa, din de o kadar
muhkem bir şekilde hayat bulur, hayat olur ve hayat sunar insanlığa ve bütün
varlığa.
Aslolan umman’a ulaşabilmektir: Umman, hakikatin hazinelerinin
gizli olduğu yer’dir çünkü: Hakikatin hayatlaşan, olgunlaşan leziz meyvelerinin
tadıldığı hakikat ufku. Hakikatin sırlarının anlaşıldığı, hayatın sınırlarının
aşıldığı, hakikatin hayatına ve hayatın hakikatine ulaşıldığı sonsuzluk yurdu.
Allah’ın (cc) Hayy ism-i şerîfi, hayatta, -kâinâtın ve
insanın hayatında- şeriatla tecellî eder: Hayat’ın kaynağı Hayy’dır çünkü.
Hayat keşfedilmemiş kıtalar yurdudur: Hakikatin şifrelerinin
şifrelendiği keşfedilmeyi bekleyen uçsuz bucaksız bir kıtalar hazinesi.
İşte hakikatin şifrelerini deşifre edecek, açacak, birer
birer önümüze serecek anahtardır şeriat.
Şeriat, hakikatin hayatlaşmasıdır. Hayatlaşamayan hakikat,
bayatlamaktan ve yok olmaktan kurtulamaz.
Hakikatin hayatlaşması, üç aşamalı bir süreçtir: Hakikatin
hayat bulması (Mekke süreci), hayat olması (medine süreci) ve hayat sunması
(medeniyet süreci).
Özetle: Din’siz şeriat ruhsuzdur. Şeriat’sız din ise
hayatsızdır, bayat’tır; kurumaya ve çoraklaşmaya, kokuşmaya ve yozlaşmaya,
yolunu şaşırmaya ve azmanlaşmaya; sonuçta, ruhsuzlaşmaya, çölleşmeye ve ölmeye
mahkûmdur.