AŞK GÖNÜLE DOLUNCA, GÖNÜL YÂRİ BULUNCA
Hasrete
dayanamayan vuslata da dayanamaz, aşkın gerçek ve yegâne bedeli yine aşktır!
Tesbihte bir halka, halkada bir bende ve bendenin varlık resminde rengârenk bir
esmâ tecelliyâtı… Tesellisi umudundan ibaret olan bir sevdanın ömre bedel aşk
masalı. Vakit; gözden nihan gönle ayan olma makamında, aşkın hicranla demlenip
gülşenleşerek şeb-i arûsa hazırlanma vaktidir. Bu bekleyişin dayanılmaz
acılarını sevince dönüştürecek olan tek şey; dostun vefasından emin olmaktır.
Yâdedilmenin hazzını hicranına katarak dolunay çehreli sevgiliye leylâ
olabilmenin kıvancını duyabilmektir kalbinin, gönlünün, ruhunun bütün
eczâsında…
Dostların
vefâsı böyle mi olur? Ben bu hapisteyim, sizse gül bahçesinde.
Ey büyükler! Bu ağlayan kuşu bir sabah vakti çimenlikte hatırlayınız.
Dostların dostu anması kutludur; özellikle biri Leylâ, diğeri Mecnûn olursa.
Ey endamlı güzeliyle birlikte olanlar! Ben kendi kanımla dolu kadehler içiyorum.
Bana yardım etmek istemezsen, benim adıma bir kadeh şarap iç.
Veya bu toprak süpüren düşkünün anısına,
İçtiğinde bir yudum da toprağa dök. (Mesnevî, I, 1558-1563).
Ey büyükler! Bu ağlayan kuşu bir sabah vakti çimenlikte hatırlayınız.
Dostların dostu anması kutludur; özellikle biri Leylâ, diğeri Mecnûn olursa.
Ey endamlı güzeliyle birlikte olanlar! Ben kendi kanımla dolu kadehler içiyorum.
Bana yardım etmek istemezsen, benim adıma bir kadeh şarap iç.
Veya bu toprak süpüren düşkünün anısına,
İçtiğinde bir yudum da toprağa dök. (Mesnevî, I, 1558-1563).
Can verilen
cânânların câna değer vermesidir, cânı candan geçiren, onların sırma
bakışlarıyla nazar kılmalarıdır, gönlü iştiyak ateşlerinde yakıp aşkı içiren…Ve
aşk öylesine yeşil bir sızıdır ki; derinden ve inceden göğse batıp kanatırken
ferahlatan, gönülden gözlere, gözlerden göğüslere doğru süzülen kararlı mahcup
jalelerden buram buram hasret derilen… Hicran yarasının, şifanın giriş kapısı
olduğunun idrakinde olmaktır bir bakıma, cânânın ateşlere atıp terk eden ve
peşini pişmeden bırakmayan efsunlu bakışları.
Dünya
baştanbaşa karla dolu olsa, güneşin sıcaklığı bir bakışla onu eritir.
Allah, onun ve yüz bin kişinin günahını bir kıvılcımla yok eder.
O, hayal kurmayı hikmet yapar; o zehir suyunu şerbet yapar.
O, zan oluşturan şeyi kesin bilgi yapar;
Kin sebeplerinden sevgiler yeşertir. (Mesnevî, I, 544-547).
Allah, onun ve yüz bin kişinin günahını bir kıvılcımla yok eder.
O, hayal kurmayı hikmet yapar; o zehir suyunu şerbet yapar.
O, zan oluşturan şeyi kesin bilgi yapar;
Kin sebeplerinden sevgiler yeşertir. (Mesnevî, I, 544-547).
Başı
dönmekte olan başsız bir semazen gibidir vuslat umudunu yitiren gönüller…
Yalpalayıp çalkalanıp dururlar, gâh dönmeyi döneklikle eş sayıp hafife
alabilecek kadar zâlim, gâh duracağı yeri ve ânı unutacak kadar pervâsız, gâh
kan ter içinde yorgun düşene kadar dönerken varacağı menzilden uzaklaşacak
kadar şuursuz hâle gelebilirler. Halbuki;
Şu hareket
etmeyen dağlar, sana âşıkların sabit duruştaki hâllerini anlatır. (Mes, V, 2744).
Artık ne
Kerem’den iz taşır bu sevda ne Aslı’dan, artık Yusuf’un da Züleyha’nın da harcı
değildir bu sema’ın sırrına ermek. Ne kulaklar işitir bu sırrın sesini, ne
gönüller geçip giden zaman girdabında… Şimdi durmak ve durulmak vaktidir,
durmanın gerilemek değil zamana meydan okuyan bir dâimîlik olduğu noktada.
Ruhla sevmeyi bilenlerin, gönle değer verenlerin, gönül gözüyle görenlerin
kârıdır menzile doğru sükûn ve istikametle dönmek, doğru noktada sebat ve
istikrarla durmak!
Âşıklık
nedir? Dedim ki: “Bizim gibi olursan, bilirsin! Aşk, hesapsız sevgidir”.
Bu nedenle “Gerçekte Hakk’ın sıfatıdır, kulla ilgili mecazdır” denilmiştir.
“Allah onları sever” tamamdır, “Onu severler” hangisi? (Mesnevî, II, s.167).
Bu nedenle “Gerçekte Hakk’ın sıfatıdır, kulla ilgili mecazdır” denilmiştir.
“Allah onları sever” tamamdır, “Onu severler” hangisi? (Mesnevî, II, s.167).
Aşk
karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır.
Aşk Hakk’ın sıfatıdır; ama korku şehvete kapılmış kulun sıfatıdır.
Kur’ân’da “Onlar Allah’ı severler” sözünü okudun ya, bu söz, “Allah da onları sever” sözüne eştir. (Mesnevî, V, 2184-2186).
Aşk Hakk’ın sıfatıdır; ama korku şehvete kapılmış kulun sıfatıdır.
Kur’ân’da “Onlar Allah’ı severler” sözünü okudun ya, bu söz, “Allah da onları sever” sözüne eştir. (Mesnevî, V, 2184-2186).
Aşk gönüle
dolunca dönsen de dursan da huzurda olursun… Dostun huzurunda, gönül huzurunda,
aşkın huzurunda… Hicran da birdir o huzurda halvet de, hasret de birdir vuslat
da. Huzurda olduğunda anı yaşamayı, andan ibaret olan hayatı anlamayı, gereğini
gereği miktarınca yapabilmeyi, nefsi huysuz bir kısrakken rahvan bir ata
dönüştürmeyi huzurda öğrenir canlar, huzur içinde hayra ve Hakka teslimiyetle
dönerken.
Kulluk için
olan namaz beş vakittir. “Onlar namazda devamlıdır” ise âşıkların klavuzudur.
Âşıkların başında bulunan o mahmurluk beş vakitte değil, beşyüz bin vakitte sakinleşmez.
(Mesnevî, VI, 2669-2670).
Âşıkların başında bulunan o mahmurluk beş vakitte değil, beşyüz bin vakitte sakinleşmez.
(Mesnevî, VI, 2669-2670).
Namazda
devamlılıktan maksat ise; bütün hallerde O’nu anmaktan uzak olmamaktır.
(Fîhi Mâ Fîh, s.135).
(Fîhi Mâ Fîh, s.135).
Firâkın
farkında olmanın hicranıdır gönle ağır gelen… Yoksa hasrette vuslata vâsıl
olanın ne gamı olabilir ki! Yârin gülen çehresindeki aşk hüzmelerinden sızan
cilvelerin aksiyle renklenip aydınlanan bir yüzde ne keder bulunur ne gam!
Elele olmasa bile gönül gönüle bulunmanın i’cazını gerçek bilerek yaşarsa. Yine
de; gülerek baksa da her yüze ondan eserdir diye, delip geçen bir ok gibi
ansızın kalbe saplanıveren nehir edalı bir sızıdır sevda aslında…
Ayrılığın
bir anı, âşıklara bir yıl gibidir; bir yıllık sürekli kavuşma ona göre
hayaldir.
Aşk susuzdur, susuz kişi su arar; bu ve o birbirinin ardında gece ve gündüz gibidir.
Gündüz geceye âşıktır ve çaresizdir; görürsen gece ondan daha âşıktır.
Onların arayıp durmadıkları bir anları yoktur; birbirleri ardında bir an durmaları yoktur.
Bu onun ayağını tutmuş, o da bunun kulağını;
Bu ona kapılmış, o da bunun için kendinden geçmiştir.
Âşığın gönlünde tümüyle sevgili vardır; Azrâ’nın gönlünde daima Vâmık vardır.
Âşığın gönlünde sevgiliden başkası yoktur;
Onların arasında ayıran ve ayrılmış yoktur. (Mesnevî, 6/2674-2680).
Aşk susuzdur, susuz kişi su arar; bu ve o birbirinin ardında gece ve gündüz gibidir.
Gündüz geceye âşıktır ve çaresizdir; görürsen gece ondan daha âşıktır.
Onların arayıp durmadıkları bir anları yoktur; birbirleri ardında bir an durmaları yoktur.
Bu onun ayağını tutmuş, o da bunun kulağını;
Bu ona kapılmış, o da bunun için kendinden geçmiştir.
Âşığın gönlünde tümüyle sevgili vardır; Azrâ’nın gönlünde daima Vâmık vardır.
Âşığın gönlünde sevgiliden başkası yoktur;
Onların arasında ayıran ve ayrılmış yoktur. (Mesnevî, 6/2674-2680).
Sonu
bulunmayan aşk bahçesinde üzüntü ve mutluluktan başka çok meyveler vardır.
Âşıklık bu iki halden daha üstündür. Baharsız ve sonbaharsız yeşil ve tazedir.
Ey güzel yüzlü! Güzel yüzün zekatını ver. Paramparça canın izahını söyle.
Bir güzel, gamze cilvesiyle gönlüme yani bir yara koydu.
Kanımı döktüyse, ben ona helâl ettim. Ben “helâl” diyordum, o kaçıyordu.
Mademki insanların feryadından kaçıyorsun, kederlilerin gönlüne niçin gam saçıyorsun?
Doğudan aydınlanan her sabah, seni parlayan kaynak gibi coşmada bulur.
Bu âşığına nasıl bahane getirdin? Ey şeker dudağına değer bulunmayan!
Ey eski dünyaya yeni can olan sen! Cansız ve gönülsüz bendenden feryat dinle.
Gülü anlatmayı bırak, Allah aşkına, gülden ayrı kalan bülbülü anlat. (Mesnevî,I, 1793-1802).
Âşıklık bu iki halden daha üstündür. Baharsız ve sonbaharsız yeşil ve tazedir.
Ey güzel yüzlü! Güzel yüzün zekatını ver. Paramparça canın izahını söyle.
Bir güzel, gamze cilvesiyle gönlüme yani bir yara koydu.
Kanımı döktüyse, ben ona helâl ettim. Ben “helâl” diyordum, o kaçıyordu.
Mademki insanların feryadından kaçıyorsun, kederlilerin gönlüne niçin gam saçıyorsun?
Doğudan aydınlanan her sabah, seni parlayan kaynak gibi coşmada bulur.
Bu âşığına nasıl bahane getirdin? Ey şeker dudağına değer bulunmayan!
Ey eski dünyaya yeni can olan sen! Cansız ve gönülsüz bendenden feryat dinle.
Gülü anlatmayı bırak, Allah aşkına, gülden ayrı kalan bülbülü anlat. (Mesnevî,I, 1793-1802).
Bahtın
kazası mı demeli, kazanın bahtsıza yeni ufuklar açma müjdesi mi bilinmez amma,
her hâlde kıymetli bir hatıranın söze sığmayan lâhûtî terennümünde açığa çıkan
belli belirsiz serzenişlerle eski ama eskimeyen bir hayalin yankılanmasıdır
âşina kulaklarda aşk! İçtikçe susamak gibi yandıkça yanmaya kanmamak kadar
gizemli bir yangın… Öyle bir yangın ki, alevlerinden korkup kaçanların buzlaşan
hissiyatıyla asla idrâk edemeyecekleri ama yanmanın zevkine erenlerce kor
olmadıkça sükûna erilemeyen geri dönülmez bir mâceranın mecrâsında neşv ü nemâ
bulur, yansa da aşk olur hedef ancak, dinse de!
Âşıklık
gönül ağlayışından anlaşılır. Gönül hastalığı gibi hastalık yoktur.
Âşıklık hastalığı hastalıklardan ayrıdır. Aşk Allah’ın sırlarının usturlabıdır.
Âşıklık ister bu taraftan, ister o taraftan olsun, sonuçta bizi o tarafa yöneltir.
Aşk için ne anlatıp açıklasam, aşka gelince bunlardan mahcup olurum.
Dilin anlatışı aydınlatıcı olsa da anlatılmayan aşk daha açıktır.
Kalem yazı yazmakta koşarken; aşka gelince yarılır.
Akıl, aşkı açıklamada eşek gibi çamura batar. Aşk ve âşıklığı açıklamasını yine aşk söyler.
Güneşin delili güneştir, sana delil lazımsa ondan yüz çevirme. (Mesnevî, I, 108-116).
Âşıklık hastalığı hastalıklardan ayrıdır. Aşk Allah’ın sırlarının usturlabıdır.
Âşıklık ister bu taraftan, ister o taraftan olsun, sonuçta bizi o tarafa yöneltir.
Aşk için ne anlatıp açıklasam, aşka gelince bunlardan mahcup olurum.
Dilin anlatışı aydınlatıcı olsa da anlatılmayan aşk daha açıktır.
Kalem yazı yazmakta koşarken; aşka gelince yarılır.
Akıl, aşkı açıklamada eşek gibi çamura batar. Aşk ve âşıklığı açıklamasını yine aşk söyler.
Güneşin delili güneştir, sana delil lazımsa ondan yüz çevirme. (Mesnevî, I, 108-116).
Şüphe ve
öfke varsa gönülde, neden ve niçin diyorsa hâlâ akıl, henüz aşkın bekleme
odasına giden dehlizdedir âşıklık iddiasında olan, henüz bu dâvânın kavgasında
delillerini değil deliliklerini sergilemekte ve bu yüzden visâle varması
gereken aşk yolunda gerilemektedir. Çünki;
Aşk dava
gibidir, eziyet görmek da onun şahidi.
Şahidin yoksa dava düşer. (Mesnevî, III, 4009).
Şahidin yoksa dava düşer. (Mesnevî, III, 4009).
Aşkın beşle
altıyla (beş duyu ve altı yönle) işi yoktur;
Onun amacı, sevgilinin çekişinden başka bir şey değildir. (Mesnevî, V, 5).
Onun amacı, sevgilinin çekişinden başka bir şey değildir. (Mesnevî, V, 5).
Âşık geçmezse
bu kuru kavgadan, geç kalacaktır, geçemeyecektir bu terazisi kıl kadar şaşmayan
gönül köprüsünden, ağır gelecektir veballeri bu terazide sureta basit hatalar
gibi görünseler de… Gönül kâbesinin sırça sarayına sahip sevgilide aşka imanın,
fiske taşlarla darmadağın olabileceğini hesaba katmamıştır çünkü hoyratça
seven. Aptal âşıklar gibi, aşkta kâr zarar hesabı yapan, canını teslime
giderken postuna baha biçmeye çalışan!
Âşık bu
kısır hesaplardan vazgeçmeli ki, daha fazla geç kalmadan has odanın başköşesinde,
yârin gönül gözünde gözde olabilsin. Her köşenin başköşe olduğu ve sen-ben
kavgası bulunmayan aşk meclisinde dilinden ve gönlünden emin olarak
oturabilsin.
“Teslim
olmayana teslim edilmez” sırrına vukûfiyeti “olduğu gibi
görünebilmek” adına gerçekleştirebilsin. İffetli ve vefâlı görünebilmenin
hakikaten iffetli ve vefâlı olmakla mümkün olabileceğini hakka’l-yakîn
bilerek “göründüğü gibi olmak” tan asla tereddüt etmesin. Yoksa,
bende olmanın “ben” den vazmeçmek olduğunu kabullenme süresi kadar uzar çilenin
de süresi. Kabullenince bende olur, gerçekleştirince yâren. Er meydanı denilen
cihâd-ı ekberde ejderhayı alt edebilen içindir saf ve berrak bir gönül
aynasında yârin cemâlini seyrân etmek.
Âşıkların
sevinci de üzüntüsü de O’dur; hizmetin karşılığı da ücreti de O’dur.
Âşık sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı olmayan bir sevdadır.
Aşk alevlenince baki olan sevgiliden başka ne varsa hepsini yakan alevdir.
(Mesnevî, V, 587-588).
Âşık sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı olmayan bir sevdadır.
Aşk alevlenince baki olan sevgiliden başka ne varsa hepsini yakan alevdir.
(Mesnevî, V, 587-588).
Ölülerin
aşkı kalıcı değildir, çünkü ölü bize dönüp gelmez.
Dirinin aşkı, ruhta ve gözde her an goncadan daha tazedir.
Baki olanın aşkını seç, cana can katan şarabın sâkisidir o.
Bütün peygamberlerin, aşkıyla yücelik bulduklarının aşkını seç. (Mesnevî, I, 217-220).
Dirinin aşkı, ruhta ve gözde her an goncadan daha tazedir.
Baki olanın aşkını seç, cana can katan şarabın sâkisidir o.
Bütün peygamberlerin, aşkıyla yücelik bulduklarının aşkını seç. (Mesnevî, I, 217-220).
“Hû” diyerek
içilen birkaç yudum suyun, gönülde ummanlara döneceği güne kadar dayanılmaz
yangınların ve hasretlerin çenderesinde susmakla haykırmak arasındaki
med-cezirlere mahkum yaşamak belki de aşk!
Ney gibi,
dostumun dudağıyla bir araya gelseydim, söylenecekleri söylerdim ben.
Dildaşından ayrılan kişi, yüzlerce nağmesi de bulunsa dilsiz olur.
Gül gidince ve gül bahçesi solunca, artık bülbülün macerasını dinleyemezsin.
Her şey sevgilidir; âşıksa bir perde. Sevgilidir diri olan, âşıksa bir ölü.
Aşkın âşığa meyli yoksa, âşık kanatsız bir kuş gibi kalır. Yazık ona. (Mesnevî, III, 27-31).
Dildaşından ayrılan kişi, yüzlerce nağmesi de bulunsa dilsiz olur.
Gül gidince ve gül bahçesi solunca, artık bülbülün macerasını dinleyemezsin.
Her şey sevgilidir; âşıksa bir perde. Sevgilidir diri olan, âşıksa bir ölü.
Aşkın âşığa meyli yoksa, âşık kanatsız bir kuş gibi kalır. Yazık ona. (Mesnevî, III, 27-31).
Aşk derdini,
dosta kavuşmayı kendisine “şeb-i arûs” ilan eden “Âşıklar Sultanı”ndan “aşk
dersi” olarak armağan alan, eşikte durmaya bile yüzü ve cesareti bulunmadığı
halde pîrin dizlerinin dibinde yer ayırdığı ve kendi kendine yanıp yakılarak
haline bırakılan bir cân gibi, tevbesizce feryat eder.
Aşkın, derdi
artırdığı yerde ne Ebû Hanîfe ders verebilir ne de Şâfiî! (Mesnevî, III, 3831).
Âşık tevbe
edince, işte o zaman kork! Çünkü, âşık yiğitler dar ağacında ders verir.
Bu âşık Buhârâ’ya gitse de, ne ders vermeye ne de hocaya gider.
Âşıkların öğretmeni sevgilinin güzelliğidir; onun defteri ve dersi, onun yüzüdür.
Suskundurlar, ama onların tekrar eden naraları Arş’a ve sevgililerinin tahtına kadar gider
Dersleri fitne, sema ve istıraptır; ne Ziyâdat’dır, ne de Silsile’nin bölümüdür.
Bu topluluğun silsilesi, misk kokulu büklümlü saçtır;
Devir meselesi var, ama sevgilinin devri! (Mesnevî, III, 3844-3849).
Bu âşık Buhârâ’ya gitse de, ne ders vermeye ne de hocaya gider.
Âşıkların öğretmeni sevgilinin güzelliğidir; onun defteri ve dersi, onun yüzüdür.
Suskundurlar, ama onların tekrar eden naraları Arş’a ve sevgililerinin tahtına kadar gider
Dersleri fitne, sema ve istıraptır; ne Ziyâdat’dır, ne de Silsile’nin bölümüdür.
Bu topluluğun silsilesi, misk kokulu büklümlü saçtır;
Devir meselesi var, ama sevgilinin devri! (Mesnevî, III, 3844-3849).
Aşk dersinin
anlaşılması için, gönül kulağıyla dinlemek gerek, hem de dinlenmeye değer
olanı… Öyle ki; aşkı takvâsında gizli iken Şems’in zuhûrundan sonra takvâsı
aşkında gizlenen, ebedî aşkta taze baharın solmayan gülünden mis kokular
nakleden bir dudaktan:
Âşık kişi
aşk mahallesinde ne derse ağzından aşk kokusu çıkar. (Mesnevî, I, 2879).
Âşık hayra
ve şerre bulaşır; sen hayrına ve şerrine bakma, himmetine bak.
(Mesnevî, 6/135).
(Mesnevî, 6/135).
Ey sevimli
can! Aşkın gamından uzak kalma!
Çünkü onun her nefesinde bin oruç ve namaz vardır. (Rubâiler, 703).
Çünkü onun her nefesinde bin oruç ve namaz vardır. (Rubâiler, 703).
Aşksız
gönüle sahip olan, padişah bile olsa,
Mezara gömülmüş ölüden başka bir şey değildir. (Dîvân-ı Kebîr, V, 20).
Mezara gömülmüş ölüden başka bir şey değildir. (Dîvân-ı Kebîr, V, 20).
Aşksız ömrü
hesaba sayma; o sayıdan dışarıda kalacaktır çünkü. (Mecâlis-i Seb’a, s.43).
Aşksız
yaşama ki ölmeyesin. Öleceksen de aşk yolunda öl ki, ebedî hayata kavuşasın.
(Rubâiler, 1291).
(Rubâiler, 1291).
Bizim
peygamberimizin yolu aşk yoludur.
Biz aşkın çocuklarıyız, aşk da bizim annemiz. (Rubâiler, 49).
Biz aşkın çocuklarıyız, aşk da bizim annemiz. (Rubâiler, 49).
Kulluk et,
belki âşık olursun; kulluk kazanmakla ilgilidir, işe yarar.
Köle, bahtından özgürlük umar; âşık ebediyete kadar özgürlük istemez.
Köle, daima kaftan ve ihsan arar; âşığın kaftanı, her zaman sevgiliyi görmektir.
(Mesnevî, V, 2728-2729).
Köle, bahtından özgürlük umar; âşık ebediyete kadar özgürlük istemez.
Köle, daima kaftan ve ihsan arar; âşığın kaftanı, her zaman sevgiliyi görmektir.
(Mesnevî, V, 2728-2729).
Aşk
bengisudur, bu suya gel!
Bu denizden gelen her damla başka bir hayattır. (Rubâiler, 53).
Bu denizden gelen her damla başka bir hayattır. (Rubâiler, 53).
Aşk bir
denizdir; gökyüzü bu denizde bir köpük… (Mesnevî, v, 3853).
Aşk söze
sığmaz bir denizdir ki, dibi görünmez.
Denizin damlalarını saymaya imkân yoktur.
Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır. (Mesnevî, V, 2731-2732).
Denizin damlalarını saymaya imkân yoktur.
Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır. (Mesnevî, V, 2731-2732).
Aşkın
sahilsiz denizinde vasıfsız bir damla gibi çalkalanıp durulamayan, sükûnun
coşkusuna meftun bir bendenin mukadderâtı bu dersten geçer not alabilmesine
bağlı demek ki! Halkada tane olmaya, deryada damla olmaya davet edilmişse, onun
bu değerli davete icâbeti ve aşk dersinde muvaffakiyeti beklenir. Belki kırk
günde, belki de kırk yılda, ama muhakkak!
Binbir
günlük çileyle ve onsekiz beyitle aşkın binbir hâlini on sekizbin âleme
anlatan, nefislerin ve ruhların pişirildiği matbahındaki onsekiz hizmete
karşılık sayısız himmetiyle seslenen yüce bir aşk üstâdından gelince davet “Gel
ve dinle!” diye, bahaneler ve tereddütler biter, söz tükenir. Artık can,
mücessem bir kor yumağı gibi dönüp durur canına can veren ay yüzlünün
mihverinde. Susmayı sevmeye başlar, görür ki, sustuğunda işitilmektedir
çığlıkları… Ve aşka imanı kadar inanır ki; aşkın sahibi aşka ve âşığına sahip
çıkacaktır! Şeb-i arûs, nefsinden ölüp sevgiliye visâlin altın tacı olacaktır
“Âşıklar Sultanı” nın rehberliğinde ilelebet.
Şimdi
feryadım azaldı, fakat aşkım arttı, alevlenen ateşte dumanın azaldığı gibi. (Rubâiler, 546).
Ey benim
çetin dersim, ey benim tatlı derdim, isteğim, hayalim, biriciğim…Yakıp yıkanım,
öldürüp diriltenim…Varlığımın yokluktaki anlamı. Güzel aşk! Ne mutlu seni
tanıyana! Ne mutlu seni yaşayana!
İşte
dostlar, “Hamdım, piştim, yandım” diye özetlenen mübarek bir hayatın
bir bendenin terceme-i hâlindeki yansıması şudur ancak: Yandım, yandım, yandım!
A.Hümeyra
ASLANTÜRK
* İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi