Aşk yolculuğu: Umre
Bütün hazırlıklar tamam:
İstanbul'dan uçuyoruz. Zaman denilen bir kavramın artık kıskacında değiliz.
Özgürlük, meğer zaman kıskacından kurtulmakmış, şimdi biraz hisseder gibi
oluyorum.
Duyulardan duygulara yol almak mutluluk veriyor
insana. Duyulardan duygulara, yani sonsuza!
Üç buçuk saat sonra Medine Havaalanı'ndayız. Akşam.
Hiçbir işlemi engel olarak görmüyorum; bütün arzum O'nun, Sevgililer
Sevgilisi'nin Kabr-i Şerifi'nin, Ravza'sının başucunda olmak, orada adeta kendimden geçmek,
zamanı aşmak istiyorum. Amaca odaklanan insana hiçbir engel set çekemez, onu
hiçbir engel yıldıramaz, durduramaz; ölüm bile. “Nasıl”ını izah etmek zor!
Oteldeyiz. Kafile başkanımız, otele eşyalarımızı
yerleştirdikten sonra “Mescid-i Nebi”ye
gideceğimizi söylüyor. Sinede yürek havalanıyor, dünya küçülüyor, mesafeler
siliniyor; herkesin gönlü Ravza'da.
İşte O'nun huzurundayız! Mescid-i Nebi'nin muhteşem görüntüsünü temaşa ederek Yeşil Kubbe'nin önüne, O'nun huzuruna varıyoruz. İki rekât namaz, zaman duruyor, mekân buharlaşıyor. Beş duyu artık çalışmıyor, zaman mahcup bir şekilde geldiği yere dönüyor. Ortada duran tek şey: Aşk! Vedud olan Rabbimizin “Sevgili”si önündeyiz. Herkesin gözleri kapalı, iç dünyaları sonsuza açık. Gözyaşları mihmandar. Eller havada, diller niyazda, kalpler aşkta. İstekler sadece Allah'tan, ama Sevgili'yle birlikte. Dünyaya dönük ne varsa duman duman, zaman da. Hakikat, galiba zamanı aşanlara sunulan bir nimettir.
İşte O'nun huzurundayız! Mescid-i Nebi'nin muhteşem görüntüsünü temaşa ederek Yeşil Kubbe'nin önüne, O'nun huzuruna varıyoruz. İki rekât namaz, zaman duruyor, mekân buharlaşıyor. Beş duyu artık çalışmıyor, zaman mahcup bir şekilde geldiği yere dönüyor. Ortada duran tek şey: Aşk! Vedud olan Rabbimizin “Sevgili”si önündeyiz. Herkesin gözleri kapalı, iç dünyaları sonsuza açık. Gözyaşları mihmandar. Eller havada, diller niyazda, kalpler aşkta. İstekler sadece Allah'tan, ama Sevgili'yle birlikte. Dünyaya dönük ne varsa duman duman, zaman da. Hakikat, galiba zamanı aşanlara sunulan bir nimettir.
Faniliğimizi tek olgu olarak algılıyor ve dünya
denilen misafirhaneden zihnen ayrılıyoruz. Ne mutluluk, ne mutluluk! İşte zaman
burada deliniyor, aşılıyor. Ah zaman, hakikatin perdesi!
Uhud'dayız. Tepenin üzerindeyiz. Güneş bizi evirip
çeviriyor, dağlar sesleniyor, yankılar uğulduyor ruhumuzun derinliklerinde. Genç
muallim Mus'ab bin Umeyr beliriveriyor bir anda gözümün önünde. Mekke'nin zengin çocuğu, yakışıklı genci Mus'ab. Medine'nin
öğretmeni Mus'ab, Uhud'da şehit düşüyor! Üzerine yeterince örtünecek kefen
bulunamıyor ve ayaklarına çalılar örtülüyor. Dünya ve zaman; her ikisinden
geçmedikçe Mus'ab'ı anlamak mümkün değildir. Mus'ab ruhuna bürünmeden de
öğretmen olunamaz, olunamıyor. Sevgiliye canlarını sunamayanların, çocuklara
bilgi sunmaları çöldeki serap görüntüsünden öteye geçemez.
Bütün gözler buğulu, yürekler titrek derken şehitlerin
ardı sıra O'nun kırılan ve kanayan dişi!.. Uhud zamanı aşan bir tepe. Uhud bir
destan ki, “Uhud bizi sever, biz Uhud'u severiz.” hitabına muhatap hüzünlü dağ.
Hira'dayız. İnzivanın merkezinde, insanın
merkezindeyiz. Ruhun Hira'da demlenmesi gerek, Medine'yi kurmak için. Hira'da
demlenmeyen ruhlar Medineleri kuramazlar. İç yolculuktur zamanı aşıran ve
özgürlüğe ulaştıran. “Oku!” emri adeta taşlara kazınmış. Mesaj kutlu ise, mekân
da kutsiyetini yansıtıyor. Karşınızdaki bir mağara değil, evreni şekillendiren
bir atom, adeta.
Hira, varlığın yaratılış sırrını hem içinde saklayan
hem de sızdıran bir dağ. Dağların sultanı. Sultan'ın mekânı çünkü. İnsandır
sağan varlık memesini, sütün tadına varmak lazım.
Sevr!.. Yol. Yollar hicrete dönüşüyorsa sevgiliye
varır. Yollar hicrete bürünmüyorsa, Medineler kucak açmaz. Medine ayakta,
Sevgili geliyor: Talaâl bedr-û âleyna!..
MEKKE!
Allah'ın Celâl sıfatının tecelli ettiği mekân.( Medine
ise Cemal sıfatının tecelligâhı.) İhramlara bürünerek, dünyadan ve zamandan
soyunarak Kâbe'ye yöneliyoruz.
Kâbe!.. Düşüncelerin eridiği, duyguların nehirleştiği
an. Sembolün içinden fışkıran mâna: Allahuekber: Allah büyüktür. Bütün
ağırlıklar dökülüyor üzerinizden ve kanatlanıyorsunuz. Özgürlüğe dokunduğunuz
andır bu, zaman dışı. İman, insanın kendini bulma anı, muhteşem bir duygu.
Dua!.. Sadece O'na ve istek sadece O'ndan! İnsanın
insan olarak değer kazandığı mekân: Harem! Mahşerin provası; insanlar beyazlar
içinde yeniden dirilmiş. Makam, mevki ötesi bir eşitlik; tek kimlik, kulluk.
Lebbeyk (Buyur Allah'ım)!.. Muhatabınız Allah! “Buyur kulum!” Kimliğiniz mühürleniyor: “Kul”. Kulluktan daha büyük kimlik arayanlar hep hüsrana uğramışlardır. Ve özgürlüğün kanat sesleri, “Lebbeyk, Allahûmme Lebbeyk!..”
Evren dönüyor, siz de Kâbe etrafında dönüyorsunuz ve
evrenle bütünleşiyorsunuz, tavaf bunun adı olsa gerek. İbadet, evrenle
bütünleşme eylemi. “Öteki” yok zihninizde ve dolayısıyla kavga da yok düşüncenizde.
Mutluluk, evrenle bütünleşebilenlere ve zamanı aşabilenlere bağışlanmış bir
nimet; İslam makamı, yani teslimiyet ve barış. Dünya ve Ahiret ayrımı kalkıyor
gözünüzün önünden, ölüm ehilleşiyor, hatta sizi Dost'a çıkaran kutsal bir araç
oluyor, teslimiyet iç dünyanızda saltanat kuruyor. Kul, Rabbine teslim olmuş
can. Kâbe bunun en görünen mekânı.
Selamını aldım Rabbim, Hacer-i Esved'e “Bismillahi
Allahuekber” diyerek.
Say!.. Safa ile Merve arasında Hacer anamızla
birlikte, İsmaili bir teslimiyet ve İbrahimi bir tevekkülle, Zemzem'le
serinlenerek ve kanarak ve kanatlanarak.
Umre!.. “Hoş geldin
kulum!” diye bizleri ağırlayan Rabbimize, “Lebbeyk: Buyur Rabbim.” diyen kulun
zaman aşımı ruhsal seyahati.
Rabbim, her Müslüman'a nasip etsin.