Muhammed’im Doğarken
Şubat 26, 2010
Mehmet
DOĞRAMACI
Bu hafta
Kutlu Doğumu idrak ediyoruz. O büyük zatın dünyayı şereflendirmesi; ona sevdalı
gönüller tarafından çeşitli şekillerde kutlanacak, zevk edilecek. Bütün
açıları, bütün bilinçleri, bütün algıları kendinde cem eden Efendimiz Hz.
Muhammed Mustafa’(sav)’yı sevenler çok renkli bir ümmet tablosu oluşturuyor.
Kulluk gayretinde olan herkesi seviyoruz. Onu sevdiğimiz için seviyoruz
hepsini. Bütün insanlığı, bütün mahlûkatı seviyoruz.
Her yıl
Rebiülevvel ayının 12. gecesi yaklaştığında İslam Tarihinden onun doğumu ile
ilgili kısımları yeniden okurum. Bu defa, doğum esnasında Hicaz, Ortadoğu ve
hatta dünyanın muhtelif coğrafyalarını etkileyen olaylara yoğunlaştım.
İslam
Tarihçilerinin kaydettiği o geceki olayları eminim sizler ta ilkokul
günlerinden biliyorsunuz. Gelin, bir daha hatırlayalım:
Hz. Muhammed
(sav)’ın doğduğu gece yaşanan harikulade haller:
1-
Kâbe’de mevcut 360 put devrildi.
2-
Müşriklerin kutsal saydığı Sâve gölü kurudu.
3-
Yıllardır kuru olan Semâve vadisi sularla doldu taştı.
4-
Mecusilerin 1000 yıldır yanan ateşi söndü.
5-
İran Kisrâsının sarayındaki 14 burç-sütun- hisar yerle bir oldu!
6- O gece yıldızlar yere o kadar yakın ve berraktı ki biri şöyle dedi: “Elimi uzatsam alacak gibiydim.”
6- O gece yıldızlar yere o kadar yakın ve berraktı ki biri şöyle dedi: “Elimi uzatsam alacak gibiydim.”
7-
O sabah Mekke’ye gelen Yahudi bir tüccar (kâhin aynı zamanda) Mekke ulularına
sordu: “Bu gece aranızdan birinin oğlu oldu mu?”
Ona
dediler: “Evet, Haşimoğulları mahallesinde bir yetim doğdu.”
Kâhin
feryat etti:
-
Eyvaaaahhhh! Yıllardır İsrailoğullarında bulunan Risalet- Nübüvvet artık
Araplara geçti. Bundan sonra çok şerefli olacaksınız! Ama biz bittik!..
***
Bu
hadiseleri zahiri bilgi tekrarı için buraya almayacağımı tahmin ediyorsunuz. Bu
defa şöyle düşündüm:
Hz. Muhammed
(sav)’ in doğum gecesi arzda zâhiren yaşananlar; bâtınen Muhammedî Bilinç
açılmaya, doğmaya başladığında bizde de yaşanıyor olabilir mi?..
Düştüm bu
sorunun peşine. Yer isimleri, sayılar, işaretler, sembolizm, tevil kitapları
derken epey bir bilgi kaynağına yoğunlaştım. Fakat gördüm ki kelimeler zâhir-
bâtın manalar saklarken bazen onlara takılmak insanı daha büyük gerçeklerden
perdeliyor. Kelime araştırmayı bir kenara koyup olayın oluş şeklini ve
gelişenleri okumaya gayret ettim.
Küllde ne
varsa zerrede de vardı. Mikro; makronun minyatürü, makro; mikronun mega
haliydi. Dışarıda olan içeride, içeride olan dışarıda da mevcuttu. Zerre- Küll-
Makro- Mikro- İç- Dış bir yana her şey Tekti, Tektendi. O halde kendimizde bu
halleri pekâlâ düşünebilir, tefekkür edebilirdik.
Bir hafta
boyunca bu konuları paylaştık dostlarla. Tefekkür ibadetinin bilincine ermiş
gönüllere yansıttık sorularımızı. O kadar güzel açılımlar, o kadar berrak
yorumlar, o derece hoş tespitler geldi ki; Rabbimize şükretmekten, aczimizi
itiraf ile secde etmekten kendimizi alamadık.
Evet
Dostlarım;
Biraz sonra
okuyacağınız tahlil ve değerlendirmeler Hz. Muhammed (sav) sevdasını iliklerine
kadar
hisseden, o bilinci yaşamaya, o doğrultuda düşünmeye gayret eden kardeşlerimize
ait.
Fakir,
sadece bunları düzenlemiş, cümle kalıplarına dökmüştür.
Efendimizin
kutlu doğumunu idrak ettiğimiz şu günlerde “Muhammedî Bilinç bizde nasıl açığa
çıkar?”, “Doğum esnasında neler yaşanır?”, “Yaşananlar nelerin habercisidir?”
sorularına, doğum gecesi olanlardan hareketle getirilen açıklamalar şöyle:
Bir
deprem ki: Putların
devrilmesi, göllerin kuruması, nehrin taşması, saray sütunlarının yıkılması
gibi hadiseler açıkça göstermektedir ki o gece Ortadoğu’yu kaplayan büyük bir
deprem yaşanmıştır.
Muhammedi
Bilincin bizde açığa çıkışı da genellikle beden ve ruhumuzun yaşadığı sarsıcı
bir etki ile başlar! Tasavvufa; Hakikât İlmine yönelenlerin büyük çoğunluğu;
mal kaybı, evlat acısı, iş kaybı, ticarette zarar, dostların ihaneti, alıştığı
çevreden uzağa hicret, hayattan umduğunu bulamama, ideallerin bir anda
kırılması gibi bazı haller yaşayarak bu ilme yönelmişlerdir. Dışarıda yaşanan
depremin, içeride şuur faylarını çatır çatır kırması sonucu Muhammedi Hakikât
özden fışkırmaya başlar!.. Bu deprem bir takım hayati değişiklikleri de
beraberinde getirecektir. Bazı değerler (ya da değer sanılanlar) yerle bir
olacak, kutsanan, benimsenen dayanaklar elden çıkacaktır.
Doğum
geceleyin: Gece; vahdet anıdır. Kesret
yanılsamasını önümüze koyan gündüzün çekilip yerini geceye bıraktığı anda
renkler ve çokluk varsayımı biter ve kişi kendi yalnızlığı ile, kendi gerçeği
ile yüzleşir.
İster gece
vakti ibadet ve zikirle Muhammedi Hakikâtin açıldığını düşünün, ister geceyi
zulüm, karanlık, baskı anı diye değerlendirin, bu hakikâtin yalnızlık
hissedildiği anda, Allah’tan başkasından ümidin kesildiği anda açıldığı bir
vakıa.
Kabe’de
mevcut 360 put devrilir: Kâbe; içini benliğe ait sahipliklerle doldurduğumuz gönlümüz. O kadar çok
ki gönül Kâbemizi işgal eden putlar, hangi birini sayalım. Sahiplikten hırsa,
benimsemeden tutkuya, gelenekten alışkanlığa, duygusallıktan hırçınlığa,
hasetten öfkeye kadar bir dizi putla doldurduğumuz gönül boyutumuz, öz
boyutumuz ,iç dünyamız, Muhammedi Hakikâtle yüzleştiğinde bunların hepsi ciddi
bir sarsıntı geçirir. İşte bu sarsıntı temizlenmemiz gereken kirleri gösterir
bize. Muhammedi Bilinç açılır açılmaz putlar dışarı atılamasa da yerlerinde
rahat duramamaları, altlarındaki zeminin kayması kaçınılmaz sonuçtur.
Tek tek ele
aldığımız, her birini ayrı sandığımız algılardır putlar. Tek kare resmi
göremeyenin parçalarda kudret ve güzellik varsaymasıdır. Parçaların paramparça
edilip bünyeden sökülüp atılışı Muhammedî doğumla start alır.
Daireyi
oluşturan açılar toplamı:360. Önceleri dar açılarla hayata yaklaşan, hatta
belli bir açıya mahkum yaşamayı, düşünmeyi kutsayan kişi; Muhammedi idrakle
tanıştığı anda açıları gezmeyi, turlamayı niyete almış demektir. Seyir
başlamıştır artık. Dar açı genişleyecek, daire ilerleyecek, pergelin iğnesi
Şeriat noktasına çivili olarak Hakikât turu devam edecektir. Bunu yaşarken
kendinizi bazen tanıyamaz “Eskiden şu halleri kınayan ben, şimdi nasıl hoş
görüyorum, bu ben miyim?” demeye başlarsınız. Beğenmedikleriniz, kızdıklarınız,
çirkin gördükleriniz yavaş yavaş düşer gözünüzden. Çünkü siz açınızı
genişletmektesinizdir.
Müşriklerin
kutsal saydığı Sâve gölü kurudu: Göl; ne kadar derin ve geniş olursa olsun sınırlıdır
değil mi?.. Suyu hiç yenilenmez. Göle akan nehir yoktur pek. Göl; kendi başına
denize de akamaz. Sıkışmıştır kara parçası içine, vadiler arasına. Denizi
tanımayanlar, her an yepyeni bir çağıltı ile akan nehirlerden haberi olmayanlar
için göl kutsal kaynaktır.
Göl; kendi
kendini överek yaşayan benliğinizdir. Size bu halinizin en iyisi olduğunu
telkin eder hep. Yaratılışınız bu haliyle ne güzeldir. Hatta sizden iyisi de
yok gibidir.
Gölü kutsal
sayan kimdi? Müşrikler. Bizde, bizi şirke çeken kim? Benlik!.. Benlik; terkip
kayıtlarını yücelterek sınırlı kapasitesini bize sınırsız gösteren sahtekâr bir
sihirbazdır
Muhammedî
doğumla göl suları çekilir. Bildikleriniz geçersiz, kabul ettikleriniz değersiz
hale gelir. Bir tükeniş yaşarsınız. Her şeyiniz iflas etmiştir. Yegâne su
kaynağınız; nefsiniz kurumaya yüz tutar. Hiç bitmez sandığınız bitmiştir. Ve
öyle bocalarsınız ki, Kur’anın ifadesi ile insan yere (benlik arzına) “Buna da
ne oluyor böyle?” (Zilzal-3) diye sormaktan kendini alamaz.
Tasavvufi
hakikâtlerle yüzleştikleri anda klasik din öğretisinin yetmediğini gören bazı
dostların; “Bana da ne oluyor? Yoksa dinden mi çıkıyorum? “ diye hayıflanarak
kendilerini sorguya çekmelerini tebessümle hatırlarım. İşte bu hayıflanma
sahiplenilenin elden çıkışına duyulan kaygıdır.
Peki, göl
kurumuşsa su hiç mi olmayacak? Olayları okumaya devam edelim.
Semâve
deresi sularla dolar taşar: Kupkuru bir dere Semâve. İçinde yıllardır su yok. Orada su olmadığı için
halk mahkûm olmuş Sâve’nin suyuna. Muhammedî Bilinç açılmadıkça şuur; kuru bir
dere yatağından farksızdır. Yeni idrakleri, tefekkürleri, akletmeleri,
değerlendirmeleri yoktur. O öylece kendi sığ ve çorak haliyle yaşamayı hayat
zanneder.
Muhammedî
doğumla birlikte şuur açılmaya, bilinç yeni değerlendirmeler yapmaya başlar.
Artık, her şeyin bir anlamı vardır. Olaylar ve oluşlar arasında bağlar kurulur,
seyir sürerken gözlenenlerde hikmetler, yaşananlarda ibretler okunmaya
başlanır. Bilinçte yoğun bir enerji kanalı açılmıştır artık. Hem de öyle bir
kanal ki suyu ne göle benzer ne dereye.
Vahdet
denizine, Hiçlik deryasına erinceye kadar akmaya, çağlamaya, gürlemeye devam
edecek, yerinde duramayan, sürekli taşmak isteyen açılımdır bu.
“Allah’ım
eskiden düşünemediğim ne çok şey varmış!? Ayetleri, hadisleri, sözleri,
kitapları anlar oldum, bu tespitleri yakalayan ben miyim?” demeye başlarsınız.
İçinizde öyle yoğun enerji akar ki okumaya, dinlemeye, ziyarete, sohbete,
sevmeye doyamazsınız.
Mecusi
ateşi söndü: Kişinin benliğe esir oluşunun açık
delili; öfkesidir. Sabrı, tahammülü, hoşgörüsü yoktur Muhammedî olmayanın. En
ufak şeyde par, yanar. Yaktığı; çevre gibi görünse de kendisidir aslında.
Benlik; bilince egemen olduğu sürece o yakıcı ateş sönmeyecek, an be an
kavurmaya devam edecektir kendi kendini.
Muhammedî
idrak doğumu ile ateş; İbrahim’ce yaşamı seçen; Hanif Dine yönelenler, Tekten
bakışı bilenler için serin ve selamet olmaya hazırdır artık. Sultası bitmiş,
kudret görüntüsü veren alevleri sönmüş, hâkimiyeti boşa çıkmıştır.
Kisrâ
sarayının burçları, sütunları devrilir: Sütunlar sabittir. Kubbeyi taşımaya, çatıyı olduğu
yere kuvvetle sabitlemeye yarar. Burçlar, hisarlar ise dışa karşı aşılmaz
setler, duvarlar örer.
Muhammedî
doğum yaşanmadan önce olduğu yere, sabit bir noktaya bağlı, kayıtlı, kilitlidir
algılar. Ne hareket imkânı vardır ne de değişim. Hareket olduğu anda saltanat
yıkılıyor diyerek feryadı koparır nefis. Dış etkiye, başkalarına, farklı
algılara kapalıdır Muhammedi olmayan. Öylesine kapalı ki bir duvar kadar soğuk,
bir hisar kadar ürkütücü ve ruhsuz!..
İdrakte
yaşanan depremle sütunlar yıkılacak, sahte saltanat yerle bir olacak, karanlık
hisar içine nur sızacak, burçlardan (terkip kayıtlarından) seyredilen alem;
geniş bir ufukla tanışacaktır. Rabbinden, Rabbul Alemiyne uzanan bir yolculuk
başlayacaktır.
…
Kisrâ;
Farsça’da, kral, hükümdar, firavun anlamlarına gelse de Arapça söylenişte
KESRET kelimesi ile aynı kökten. Yıkılan; Kisrâ sarayı. Yıkılan; Kesret
hegemonyası!… Kesret bakışı yerle bir olduğunda bilinç, Vahdet Seyrine geçmek
üzere hakikâte sülûk edecek.
Bir başka
açıdan sütunlar ya da burçlar; hepimizin tâbi olduğu Astrolojik yıldız
kümeleri. Belki ilk planda şaşıracaksınız ama; Muhammedî olanlar için tek burca
bağlılık bitmektedir!.. Muhammedî idrakte yaşayanlar; her kulda kendini gören,
herkesle cem olan, girdiği her yere rengini veren ama kendisi ne şekle, ne
kalıba, ne tanıma sığmayan zatlardır. Onun için onları astrolojik burç
kayıtları içinde düşünmek bize göre yanlıştır. Muhammedîler için burçlara
tabiiyet bitmiş, bütün burçlarda sınırsız seyir başlamıştır.
14 sütun.
Kabaca düşünürsek… Ay, 14 evreden sonra bütünlenir. Hz. Mevlana ayın seyrinden
ilhamla hakikât yolcularına şöyle diyecektir: “Elinden çıkanlara üzülme.
Unutma ki ay da paramparça ola ola dolunaya erişir de nurlar yansıtır. Bil ki
parçalandıkça nurlanmaktasın!”
Göğüs
kafesini çevreleyen kaburgalar önde 7 ana kemik halinde birleşir. İman tahtası,
can evi tabir edilen sadrımız; sağlı sollu uzanan 17 kemikle korunur! Açık kalp
ameliyatı bu 14 kemiği tutan ana bağ kesilerek yapılır. 14 bağ kopunca kalbe
inilmiştir artık.
Kalbe; öz
bilince inmeye engel teşkil eden 14 direk neler acaba? Şeytanın, birimsel
benlik vehminin, nefis ateşinin 14 oku, 14 perdesi, 14 temel azabı aslında.
Neler mi?..
Aklımıza gelenleri sıralayalım hemen: Öncelikle beş duyu. Kesitsel algıya bizi
mahkûm eden beş duyu. Diğerleri: öfke, kibir, haset, riya, şehvet, hırs, para,
makam, şöhret, ibadetine güvenmek, vesvese, saltanat, vehim.
Bunlar
yıkılacak. Ayakta kalmak istese de değil mi ki bir kere deprem olmuştur, sağlam
diye yüzlerine bakılmayacak artık. Gün be gün azalacak tesirleri. An be an
tükenecekler.
(Allah’ın
Zati ve Subuti sıfatlar toplamının da 14 olduğunu farklı bir noktadan düşünün)
Yıldızlar
yere yaklaşacak ve çok berrak görünecekler: Yıldızlar; her biri yol bulmada rehberlik eden işaret
levhaları. Yıldızlar; karanlık semanın ışıltılı aynaları.
Yıldızlar;
sınırsız sonsuz ESMA mertebesidir. Muhammedî Bilinçle tanışan; esmanın kendinde
önce SIFATa sonra EF’ALe dönüşümüne hazırdır artık. Bu dönüşüm ZATında cem
yaşamaya kadar devam eder nasibi olan için. Muhammedî doğum; tüm esmaları
birleştirmenin ilk adımıdır. Önceleri ayrı gayrı görenler, Muhammedî
açılımlarla esmalar arasında fark görmenin şirk olduğunu, birini diğerine
tercih etmenin hakikâtten perdelenme getireceğini anlayacaklardır.
Yıldızlar;
Hak Dostlarıdır. “Sahabem yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız yolunuzu
bulursunuz” buyurmuş Alemlerin Efendisi. Onun sahabesi; biricik mirasçıları;
her dönemde yaşayan, hiçbir çağı boş bırakmayan; gönül ehli, ilim ehli, aşk
ehli zatlardır. Onlardan hangisi size sevimli gelmişse, hangisinin meşrebi size
uymuşsa sağlam ipe tutunmuşsunuz demektir.
Bilinci
deprem yaşayan; yere yaklaşan yıldızları seyredercesine yakındır Gönül Ehline.
Sorulara cevap, ruhlara gıda, kalplere şifa Hak Dostları bir bir çıkar önüne.
Elini uzatıp alıverecekmişçesine yakındır onlara. Kimini şahıs olarak yanında,
kimini ilim olarak kitap satırlarında, kimini sözlerle nasihat ikliminde,
kimini muhabbet ve sohbet meclisinde, ama hepsini çok yakınında bulacaktır.
Feryat
eden Yahudi: İdrak
sıçraması ya da zorlu bir ameliyat gibi inşirahla gelen Muhammedî zuhur;
derinlerde bir yerlerde saltanat kuranları tedirgin edecek, hükümranlığın elden
çıkışını hazmedemeyen benlik; canhıraş feryatlarla ortalığı gerecektir.
Şuurun
derinliklerinden Yahudi boyutu (dünyaya- menfaate düşkün yanımız); “Senelerce
benimleydin, şimdi nerelere gidiyorsun? “diye kocası ölen kadın gibi yas ederek
kendine acındıracak, sonra “Senin Nübüvvet (zahir boyutun) ile Risalet (batin
boyutun) hep benimle yaşadı. Ben olmazsam sen ne yaparsın? Ne dış dünyan olur,
ne iç alemin! Yıkılırsın, mahvolursun, bak benden söylemesi” diyerek uyanık ve
de cambazca söylemlere girişecektir.
Tasavvufa
yönelenlere çevreden ilk tepki şudur: “Dış dünyadan kopuyorsun! Sana da bir
haller olmuş. Bak bizden söylemesi, normalden uzaklaşıyorsun!”
Dışta
bunları duyan Marifet Yolcusu içte ise şu vesveseyi sıkça hissedecektir:
“ Ya
sapıtırsam. Ya raydan çıkarsam! Acaba doğru yolda mıyım? Çoğunluk haklı
olmasın? Yoksa ben gerçekten anormal miyim?”
İşte tüm
bunlara elinin tersi ile meydan okuyabilenler; Harem Bölgeden (
Özbenliklerinden) Yahudiyi (esfele çeken vehmi) bir daha geri dönmemek üzere sürüp
çıkarmış olacaklar!…
Vehim;
maddeye, bedene dönük algı sürülüp çıktıktan sonra şu ses yankılanır bilinç
semalarında:
- Artık
Esfelden çıkıyor, Ahsene yürüyorsun. Kayıtlardan kurtuluyor, Sınırsız- Sonsuza
açılıyorsun. Artık çok şerefli olacaksın! Yolculuğun mübarek olsun!…
***
Rasülullah’ı
anıyor dışarıda müminler.
Doğumu
kutlanıyor mevlidler, kasideler, ikramlar ve ziyaretlerle.
Ve sen, evet
sen Marifet Yolcusu dostum!
Arzı sarsan,
göller kurutan, sütunlar yıkan, ateşler söndüren, nehirler çağlatan, yıldızları
yere yağdıran, köle tüccarını sürgüne yollayan o muhteşem doğumun aslında
nerede, nasıl yaşandığını fark ediyorsun değil mi?..
Mübarek
olsun!
Mehmet
DOĞRAMACI
dogramacimehmet@gmail.com
www.sufizm.gen.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder