Efendimiz’i
tanımadan dinimizi öğrenemeyiz
Sair zamanlarda görmezden geldiğimiz ‘biz’i bize
bağlı olmadan daha bir görünür kılıyor Ramazan. Hazır yüz yüze gelmişken
ihtiyaçlarımızı bir daha gözden geçirmek gerekiyor. Ömer Tuğrul İnançer tek
reçete sunuyor: Efendimiz’i (s.a.v.) tanımak…
Ramazan bir huzur iklimi gibi
giriyor hayatlarımıza. Daha tadı damağımızda iken gözden kayboluyor sonra.
Süresini uzatmak kabil değil, eyvallah. Peki, üzerimizde bıraktığı etkinin uzun
ömürlü olması mümkün mü? Vaktin kıymetini bilir, gerektiğince istifade edersek
damaklarımızda bugünlerden bir lezzet kalır mı? Bu soruların peşine düşüp
kendimizi Ömer Tuğrul İnançer’in karşısıda bulduk. Şu günlerde Ramazan-ı
Şerif’le sınırladığımız ufkumuzu bütün yılı kapsayacak şekilde genişleten
İnançer’in tesbitleri, öncelikle kavram kargaşasından kaynaklanan bir savrulma
içinde olduğumuzu ortaya koyuyor. “Sadeleştirme adı altındaki fukaralaştırma
faaliyeti neticesinden artık kavram sahibi olamadığımızdan fikir binası icra
edemiyoruz. Onun için papağan ve hoparlör seviyesinden yukarı çıkamıyoruz.”
diye girdik söze. Sonrasında yanlışlarımızı düzelterek yol almaya gayret ettik.
Yıl içinde bir seyir yaptırdıktan sonra bizi Efendimiz’in eşiğine bıraktı Ömer
Tuğrul İnançer. Bütün sorularımızın tek bir cevabı vardı aslında; Rasulullah
(s.a.v) Efendimiz. Sair yerlerde oyalanmak vakit kaybından öte mana ifade
etmiyordu…
Ramazan-ı Şerif bize kendimize
dönüş ve muhasebe imkânı sunuyor. Bu ayda yaşanılan hallerin bereketli ve uzun
ömürlü olmasını sağlamak mümkün mü?
Müslümanlığın tabii ve fıtri
bir din olduğunu bilip bu nevi bir birini takip eden hallerin çok fazla bir
özellik taşımadığını öğrenmemiz lazım. Ramazan’la buluşma deniyor mesela. Ne
buluşması? Randevulaştık mı ki? O kendi kendine geliyor, biz kendi kendimize
yaşıyoruz. Karşılıklı irade beyanı yok. Buluşma güzel bir edebiyat ama hakikat
değil. fıtri ve tabii olmayan hiçbir şey İslam’da yoktur. Bir dahaki seneye
yine Ramazan’la buluşmak istiyorum! Ama ömrüm var mı? Ne bileyim… bu nevi
yaklaşımlar daha ziyade laik düşünceden kaynaklanır. Türkiye’de laiklik bir
tabu olduğu için üzerinde konuşulmaz. Çünkü Türkiye’de her şey ve sadece devlet
rejimini alakadar eder. İnsanların kendi tefekkür hayatı, hürriyetleri falan
konuşulmaz. Hâlbuki laik düşünce başka bir şeydir, devlet idaresinde laisizmi benimsemek
başka. Bizde karmakarışık bu sistem. Laik düşünce dine yer vermez. Tamamen
aklîdir, rasyoneldir. Elbette öyle olması lazımdır çünkü Hıristiyanlık akla
muhaliftir. İslam ise makuldür, akla uygundur. Dolayısıyla İslami düşüncede,
İslami bilgi ile fenni bilgi arasında asla çelişki yoktur. Ama dünya dönüyor
diyen Galile’yi aforoz eden Katolik zihniyetine göre laik düşünce ayrı bir
düşüncedir. Onun için onların günlük hayatları akıllarıyla, dini hayatları
papazlarıyla olur. Tam bir bölünmüşlük. İslam’da böyle bir bölünmüşlük yoktur.
Bu yüzden İslam’da laik düşünceye yer yoktur. Hiçbir bilgi akla, tabiat
gerçeklerine muhalif değildir. O yüzden biz Ramazan’la buluşmayız. Normal
hayatımızı yaşarken Ramazan’a eriştiysek günün gereğini yaparız. Önemli olan vaktin
gereğini yapmaktır. Biraz merak olsun, belki okuyanlar merak edip ne olduğunu
öğrenmeye çalışırlar. Ebu-l vakt ve ibnü-l vakt kavramlarını bir tetkik
etsinler. İçinde bulunulan zamanın en gerekli şeyini yapmaktır yaşamak. Uyku
zamanı uyku, namaz zamanı namaz, oruç zamanı oruç, tatil zamanı tatil, eğlence
zamanı eğlence… Hiç birini birbirine tercih etme yok. Hepsi gerekliliğinde,
gerektiği kadar, gerektirdiği yoğunlukta.
Arefe günü kaç tane sala
verildi acaba İstanbul’da? 1995’te Ramazan’ın birinci günü 1 Şubat’a denk
geliyordu. Babaannem o gün oruçluyken kuşluk vakti, mukabeleyi takip etmek için
gittiği komşuda, elinde Kur’an-ı Kerim varken teslim etti ruhunu. İnna lillahi
ve inna ileyhi raciûn… İftar edemedi… Ha belki Efendimiz’le etmiştir iftarı,
onu bilemem… Dolayısıyla biz irademizle olan şeylerden mes’ulüz. Mesela
hislerde irade yoktur. Muhabbette, sevgide, aşkta irade yoktur. Bunların içinde
Allah’ın yasaklarına muhalif yasaklar da olabilir. Ama niye sevdin diye sormaz
Allah. Gönül söz dinlemez zira. Harekete intikal etmedikçe mes’ul değildir.
Çünkü hareket iradeyle başlar. Rabbimin yasağı benim gönlümün muhabbetinden
önemlidir diye düşünüp hareketlerini kontrol etmekle mükelleftir kişi. Yasak
bir iş yapmadığı sürece mes’uliyeti yoktur. Öyleyse bizim irademiz dâhilinde
yaptığımız işler mes’uliyet gerektirir. Bunun sonunda da ya ceza, ya mükâfat
vardır. Onun için Allah’ü zü-l Celal Zilzal suresinde hesabın nereden olacağını
tek kelimede toplamış. Ye’mel… Amel yani fiil, yani edim, aksiyon… bir de tabii
Rabbimiz’in ihsanı nâ mütenahi’dir, sayıya gelmez. Mü’minler güzel bir şey
düşündüler, hayal ettiler ama yapamadılar. Param olsa da okul, hastane, camii…
yaptırsam. Mahalleye su getirsem, şu çocukları okutuversem. Bir de çocuk yuvası
yapsam falan… Ama para yok! Tabii Allah kanmaz. Aslında insan kendini de
kandıramaz da kandırmış gibi kendi kendini bir daha kandırır. Böyle bir
kandırma, sevap ticareti için değil samimi olarak isterse Allah onu yapmış gibi
kabul eder. Tersine mesela siyasi kudretim olsa da şu herifi sürüm sürüm
süründürsem dese biri. Ama kudreti elde ettiği zaman yapmadı. Bu düşünceden
dolayı mes’ul değil. Onun için büyüklerimiz güzel şeyler düşünün diye nasihat
ediyorlar bize. Şimdi zamanımızda pozitif enerji falan diyorlar ya, hepsi
İslam’dan çalma yeni yeni lakırdılar. Bu zaten Müslümanın vazifesi, İslami
literatürde hüsn-ü zan denir. Sadece fiil, ibadet, davranış değil. hüsn-ü zan
da Müslümanın vazifesidir. Hava çok nemli bu günlerde. İnşallah bir poyraz
çıkar derseniz hem hüsn-ü zan etmiş hem dua etmiş olursunuz. İyi bir poyraz
çıkarsa nemi azaltır, derece düşmese de ferahlık verir. Bunlardan dolayı da
sevap var, amel olmadığı halde. Kötü zanda Rabbimizin affı, hüsn-ü zanda ihsanı
galip. Fiil de ise inşallah adaleti galip olmaz. yanmışız yoksa, umarız ve
dileriz ki merhameti, ihsanı galip olur.
Ramazan-ı Şerif’i diğer
vakitlerden ayıran hususiyetler yok mu?
Elbette belli özellikleri var.
Bunları kendimiz keşif ya da icad edemeyiz. Okumayla, öğrenmeyle falan olmaz.
Efendimiz ne yapmış diye bakmak zorundayız. Oruç tutmuş, onu biliyoruz zaten.
Kur’an okuyunca da anlarız. Başka ne yapmış? Herkesin kendi miktarınca sarf
edeceği gayretlere öğreneceği bilgiler insanı ancak çukur olmaktan, çukurda
kalmaktan kurtarır. Yükseltmez. Yükselmenin yolu Efendimiz’in ayaklarına
tutunmaktır. Eteğine tutunmaktır! Müsaade buyurursa eline tutunmaktır… Başka
türlü olmaz.
Ramazan’da ne yapmış
Efendimiz?
Oruç tutmuş, biz de tutuyoruz.
Tabii onun orucu ile bizimki aynı değil, o ayrı mesele! Her zamankinden daha
çok ve muntazam namaz kılmış, teravih! Niye Ramazan’da diye gıllı gışa lüzum
yok. Demek ki ramazanın bir önemi var. Neden? Çünkü Rasulullah başka bir şey
yaptı da ondan… Bu kadar kolay, basit. Bu kapıdan girer, buradan düşünmeye
başlarsak Efendimiz’i de dinimizi de öğreniriz! Zaten Efendimiz’i öğrenmeden
dinimizi öğrenemeyiz. Onları öğrenince de yapmak hevesi gelir. Çünkü hepsi çok
güzel. Yapınca da adam olursun! Bu kadar basit… iş bâb-ı Muhammed
Mustafa’dadır.
Başka? O zamana kadar nazil
olan ayetleri Cebrail (A.S) ile karşılıklı okumuşlar. Bunu neden başka bir
zamanda değil de Ramazan’da yapıyor? Demek bunda da bir iş var. ben hele bir
yaptığını yapayım da hikmetini sonra anlarım inşallah deyip yola çıkmaz
zorundayız. Evvela yapacağız. Mukabelede bir kişi okuyor, diğerleri dinliyor.
Aynı şeyi Efendimiz’le Cebrail (A.S) yaptılar. Bu ne demek mukabele okuyan ve
dinleyenler bazen kâim makam-ı Rasulullah, bazen kâim makam-ı Cebrail (a.s)
olurlar. O kadar ciddi, mübarek ve yüksek bir iş. Bazıları mukabele caiz
değildir falan diyorlar ya, hey cahiller! Efendimiz’i tanımadıklarından böyle
söylüyorlar. Sonra Efendimiz Ramazan için ‘ümmetimin ayı’ diyor. Recep
Allah’ın, Şaban benim, Ramazan ümmetimin ayı… Demek ki ümmete ait bir başka
özellik var. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de bu kadar uzun boylu izah yok. “Sizden
evvelki ümmetlere farz olunduğu gibi size de Ramazan orucu farz olundu. Ramazan
orucunu gördüğünüz zaman oruca başlayın! Bayram hilalini görünce orucu
bırakın!” Bu kadar. Geri kalan her şey için Efendimize muhtacız.
Burada sünnet giriyor devreye
değil mi?
Sünnetle farzı ayırmak
şaşılıktır! Rasulullah Efendimiz’in herhangi bir fiili veya sözü Allah rızasına
muhalif olabilir mi?
Haşa!
Peki Kur’an’da ayrıca “Habibim
size ne verdiyse onu alın, neden kaçınmanızı istediyse ondan kaçının!” diye
ayet var mı? Veya “Kim ki Rasulullah’a itaat etti, hakikatte Allah’a itaat
etmiş oldu!” deniyor mu?
Eyvallah!
Daha en o zaman! Neden bu
ayırım. Bu kavram ulemanın izah babındaki sınıflandırmasıdır. Yani bazı
sünnetleri Efendimiz de arası terk etmiştir. Ama farzları asla terk etmemiş.
Bizim onu örnek alarak farzı terk ettiğimiz zaman olmayacak, sünneti de
irademizle değil ama gereklilik durumda terk edeceğiz ancak. Zaruret bile
değil, ihtiyaç da yeterlidir. İhtiyaçla zaruret arasında fark vardır.
Nasıl bir fark bu?
İhtiyacından dolayı orucunu
bozamazsın mesela! Ama zaruretinden dolayı bozarsın. İhtiyacın nedir mesela;
çok acıktın, çok susadın! Suya çok ihtiyacın var! İçemezsin… Ama doktor ‘bir
yudum su içmezse ölür’ dedi. Bu zarurettir işte. O zaman içersin, kefaret de
gerekmez. Gününe gündür o. Ve sünnetleri ibadet ritüellerinin sünnetleri ile
sınırlı görmemeliyiz. Sünneti Rasulullah demek, Efendimiz’in yaşam tarzı demek
ya hû! Ömür boyu muhtacız onun örnekliğine. Ne kadar peki? Kendimiz kadar…
Rasulullah’ın hayat tarzı nasıl onun sünneti ise bizim de hayat tarzımız ona
benzeyecek. Bunu ibadet sünnetlerine indirgemek bizi yanlışlıklara sürüklüyor.
Sünnet-i Seniyye’nin
hayatımızdaki temel karşılığı nedir?
Ahlak ve hayat tarzı sabihi
olmak için muhtacız ona! Yoksa öğle namazının farzından önce 4, sonra 2 rekât
daha kılıyordu, bu mu sünnet? Bundan ibaret mi? her şeyden önce şu! Biz yaşama
dini olan İslam’ı; ibadet etme, tapınma dini haline indirgedik. Hâlbuki biz
tapınmak için yaratılmadık! O fikir bir yanlış tercümeden kaynaklanıyor. “Ben
cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım!” Biz Türkçede
ibadet etme lafını namaz, oruç, zekât, hacc diye anlıyoruz. Hâlbuki ayetin
kastı ibadet değil. Bana kul olsunlar diye! Allah’a kul olmak sadece seccade
üstünde, Ramazan ayında ve cami duvarları arasında mıdır?
Bugün maalesef biraz o hale
indirgenmiş durumda.
Öyle olduğu için de bu yanlış
anlamalar, onların telafisi için yanlış sualler, yanlış suallerin doğru cevabı
olmayacağı için de yanlış cevaplar var elimizde. Bir türlü İslam’ın yaşama dini
olduğunu öğrenemedik. Ne dua dinidir, ne tapınma dinidir! Yaşamanın içinde
zaten dua ve tapınma vardır. Tartı terazi, çarşı pazar, metre ölçü, astronomi
tıp… Hepsi yaşamın parçasıdır ve hiçbiri dinin dışında değildir. Daha ileri
gideyim, abdest bozmak da dine dâhildir. Helâya nasıl girilip çıkılacağını
bilmiyor Müslümanlar! Hepsi değil de çoğu bilmiyor. Camiye nasıl girileceğini
bilmiyor, nerede kaldı ki helâyı bilsin… Camiye sağ ayakla girilir, sol ayakla
sırt dönmeden çıkılır. Ayakkabı laap diye yere bırakılmaz, ne toz kaldırılır ne
de içerde ibaret edenler rahatsız edilir. Bunlardan falan vazgeçtik, tuvalete
bakalım. Tuvalete de sol ayakla girilir, sağ ayakla çıkılır. Girerken ‘Her
türlü pislikten sana sığınırım Ya Rabbi’, çıkarken ‘Beni her türlü sıkıntıdan
kurtaran Rabbi’me hamdolsun’ denir.
Ramazan’a mahsus ibadet
tarzları vardır ama Ramazan hürmetine içkiyi bırakıp bayramın birinci günü hadi
bilemedin 4. günü başlayanlar aslında kendilerini kandırıyorlar. 30 gün
tahammül ettiğin şeye 31. gün de tahammül edersin. 30 gün Ramazandan başka
diğer 11 ayda da nice mübarek günler olduğunu bilirsen kıyamazsın. Şevval’de
oruç tutan var mı? Birkaç kişi dışında… Recep, Şaban’da biraz daha fazla. Peki
Muharrem’de? Haa! Bir de ramazan orucu tutmayanların tuttuğu Muharrem orucu
var! Boşuna aç kalıyorlar! Ramazan orucunu inkâr et, Muharrem’de oruç tut! Farz
yok, sünnet var! !arzı olmayanın sünneti olur mu? Bitti. Hâsılı Muharrem’de,
Zilkâde’de, Zilhicce’de, Recep’te, Şaban’da, Şevval’de ve her ayın ilk, orta ve
son günlerinde Efendimiz sıkça oruç tutuyor. Ve bunu tavsiye ediyor. Demek ki
mübarek günler Ramazan’a mahsus değil. Recep ayında 2 mübarek gece daha var.
Regaib ve Mirac! Şaban’ın ortasında Efendimiz’in nısf-ı Şaban tabir ettiği bir
mübarek gece daha var. Başka mübarek gece yok diyen, zemzem kuyusuna işeyip
şöhret sahibi olmak isteyen cahiller sureyi Duhan’ı okusunlar! Sure-i Kadr’i
sokmasınlar benim gözüme.
Allah’ın mübarek zamanları
Ramazan’la sınırlı değildir. Gazete ve televizyonlar Ramazan’dan Ramazan’a,
Cuma’dan Cuma’ya Müslüman olmasınlar. Müslümanlık adama 365 gün, 24 saat
lazımdır. İmsakiye gibi Ramazan’dan Ramazan’a kullanılacak bir şey değildir. ‘E
ramazan’ın özelliği var!’ diyorlar. Yok! Her gün yapılması gereken şeyler
bunlar. Gazeteler her gün baldır bacak yayınlıyor, Ramazan’da ‘Ramazan Köşesi.’
Niye? Tamamen ticari, eğer hakikaten 365 gün İslam’ı yaşasak bu nevi
programları öğretici, eğitici, eğlendirici maksatla kullanabilirdik.
Efendimiz’le ilgili şakaları kimse bilmiyor. Çünkü hayatımızın dışına
çıkarmışız Rasulullah başımızın tacıdır diye diye. Rasulullah’ın başımızın
üstünde yeri yoktur. O’nun yeri gönlümüzün ta içidir ve hayatımızdır. Başımızın
üstünde demek, dışımızda demektir. Yüksekte de olsa dışında değil, içinde
olacak. Allah’ü zü-l Celal öyle buyuruyor ‘ We ente fihim…’ sen onların içinde
olduğun müddetçe onlardan önceki kavimlere verdiğim toplu cezayı vermem!
Yani bu hiç olmayacağı
anlamına gelmiyor. Efendimiz’le ilişkimizi gözden geçirmemiz gerekiyor öyle mi?
Bugüne kadar hiç olmamış ki!
1400 senedir toplu ceza yok. Olmaz, olmayacak. Bakma bazı cahillerin zelzele
olunca günah işlediniz de ondan demelerine. Ben Ad kavmi, Semûd kavmi değilim.
Muhammedî’yim. Ne kadar günahkâr olursam olayım vermez Allah. Bu saçmalıkları
konuşanlar ayet bilmiyorlar.
Ramazan’da belli haller
yaşıyor, içimize dönüyor, dünya ile aramıza mesafe koyuyoruz ister istemez.
Yaşadığımız değişimin adını koymak ve tesirini bereketli kılmak maksadıyla ne
yapılabilir?
Şevval orucu tutmaktan
başlayalım o zaman. Efendimiz Şevval’de 6 gün oruç tutan, bütün yıl tutmuş
gibidir buyuruyor. Hesabı da kolay, 30 gün Ramazan, 6 gün de Şevval, 36.
Allah’ü zü-l Celal Hazretleri kuluna nimetini en az 1’e 10 verir. 36 çarpı 10,
360. Şevval orucunu sadece hanımların Ramazan’da tutamadıkları günlerin
karşılığı olarak görmekten vazgeçip erkeklerin de tutması lazım. Rasulullah da
tutuyordu! Nereden çıktı kadınlara ait olduğu? Ramazan’a mahsus halleri tam
yaşadığımız gibi diğer aylara mahsus halleri de tam yaşarsak Ramazan’da
lezzetine vardığımız özel halleri bütün bir yıl sürdürmemiz mümkün olur. Ramazan’daki
hal Ramazan’da kalır zaten. Ayrıca kendi kendimize asli olmayan bir takım
şeyler icad ediyoruz. Mekke ne zaman fethedildi? Ramazan’da! Bedir ne zaman
oldu? Ramazan’da! Tebük ne zaman oldu? Ramazan’da! Bunları biliyor muyuz? Biz
Ramazan’da hayatı biraz rölantiye alıyoruz. Rasulullah böyle yapmıyor. Bakın
siz bir takım suallerle geldiniz. Röportaj yapacaksınız. Şunu bilin ki bütün
suallerin bir tek cevabı vardır; Rasulullah! Bitti, o kadar. Efendimizi
tanırsak ama amiyane tabirle dım dızlak bir adam olarak değil, arkadaşlarıyla,
akrabalarıyla, zevceleriyle, çocukları, damadı, kayınpederiyle, düşmanlarıyla!
Hepsini birden tanıdığımızda bu suallerin hiç birine hacet kalmaz.
Vaktin hakkını vermek nasıl
mümkün olur?
Zilhicce’de niye Ramazan’da
gibi yaşayasın. Haccedeceksin, Zilhicce’nin 10’uncu günü oruç tutamazsın.
Arafat’tan dönüp kurban kesip şeytan taşlayıp farz tavafı yapacaksın. İşin o! O
gün oruç istenmiyor senden. Kendi kendime daha çok ibadet edip sevap kazanayım
diyemezsin. Şevval’de günlük hayatın devam ederken arada bir 6 gün oruç
tutacaksın. Arkasından zilkade geldi. Bir kere her ayın başı, ortası ve sonu
Efendimiz’in fiili sünneti olarak tutulur. Bu ayda hac hazırlığı yap. Yalnızca
hediye listesi hazırlama ama. Orada ne yapacağını oku, öğren. Hediye listesi
hazırlayacaksan eğer oradan buraya dönerken Kâbe’den ne getirebilirim?
Rasulullah’tan ne getirebilirim? Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali Hazeratından ne
getirebilirim? Fatıma’dan, Aişe’den (r.a) ashab-ı Bedir’den, ashab-ı Cenneti
Mualla’dan, Ashab-ı Cenneti Baki’den, Hatice Validemiz’den ne getirebilirim? O
listeyi yap! Zilhicce’den zaten hac ve kurban var. Ondan sonra Kurban yerine
çocuk okutsam olur mu gibi saçma suallere cevap hazırla. O da bir ibadet.
Vaktin hakkını verebilmek için
içinde bulunduğumuz zamanın neye tekabul ettiğini iyi bilmemiz gerekiyor o
halde?
Gayet tabii. Mesela
Muharrem’in birinci gününe hicri yılbaşı ve hicret deniyor. Hayır! Hicret ne
zaman başladı ne zaman bitti? Bilen var tabii de kaç kişi? Hala camilerde
muharrem ayının ilk cumasında hicret konuşuluyor. Ayıp ya hû! Hicret 26 Safer
Perşembe gecesi başlamış 12 Rebiülevvel Cuma ikindi vakti bitmiştir.
Muharrem’le ne alakası var? Ve hicretten ta 17 sene sonra Hazret-i Ömer’in
hilafeti zamanında tarih karışıklığına mani olmak için bir başlangıç
belirlenmiştir. O zamana kadar rakamsal tarih yok. Senenin en önemli
hadisesinin ismi veriliyor o yıla. Mesela fil vak’ası çok önemli olduğu için o
seneye fil senesi deniyor. Efendimiz de o sene dünyayı teşrif etmişlerdir. Su
senesi vardır mesela. Kâbe’yi su bastı az kalsın yıkılıyordu Beytullah. Bu
tespit karışıklığa sebebiyet verdiği için rakamsal değere geçmeye karar
verdiler. Münazara, münakaşa ve Hazret-i Ali Efendimiz’in teklifi ve heyetin
kabulü ile hicretin olduğu yıl 1 kabul edildi. Muharrem’in yılın ilk ayı oluşu
ise asırlardan beri öyleydi. Hicretle alakası yok.
Karışıklığın sebebi bu demek!
Karışıklık değil, cehalet bu!
Muharremde Allah’ın muhterem olarak ilan ettiği o ay, haram aylardandır. Bunun
sebebini tetkik et, öğren, idrak et. Neden ramazan’daki halini muhafaza etmek
istiyorsun? Efendimiz Yahudilere benzememek izin ‘yalnızca 10 muharrem’de oruç
tutmayın.’ buyurmuştur. 1 / 10 tutun, 9 – 10 tutun. Bunların hepsi nafile yani
nafi, faydalı oruçlardır. Amma ramazan orucunun yerini tutmaz. Bir adan 11 ay
oruçlu gezse, 1 gün ramazan orucunu yese, bitti. Müslümansa eğer. Değilse
istediği kadar aç kalsın. O bizi ilgilendirmez. Hâsılı her zamanın gereği
yapılmalıdır. İbadet vaktinde onu yapacaksın. Ama çalışırken de çalışacaksın. Kafan
başka yerde olmayacak. Yani zaman, mekân, ortam ne icab ettiriyorsa onu
yapacaksın. Ezan okununca artık çalışmanın vakti ortadan kalkmıştır, ibadet
vakti girmiştir. Efendim, çalışmak da ibadettir, diyenlerin kulakları çınlasın.
Para kazanmak için çalışman ibadet değildir. Allah rızası kazanmak için
çalışmak ibadettir. O esnada para da kazanabilirsin. O ayrı mesele. Ben
satıcıyım, diyor. Şarap satamazsın, gazoz sat, o da çalışmak! Su, şerbet,
zeytinyağı… Helal olan her şeyi satarsın ama şarap, rakı, bira satamazsın.
Öyleyse çalışmanın ibadet olmasının da sınırları var demek. Adam şarap satıyor,
çalışmak ibadettir diyor hem de. Ramazan bir takım güzel davranış biçimlerini
uzunca bir müddet talim ettiğimiz bir dönemdir. Bu talimden istifade ile mesela
ramazanın son günü akşamı teravih yerine hiç olmazsa tesbih namazı kılalım.
Nasılsa 20 rekât teravihe vücut alıştı. Niye hemen terk ediyorsun ki!
Mesela bir ramazan sonunda
nafile namaz kılmayı adet haline getirebildiysek ramazan’dan istifade ettik
demektir. Zaten ayın gereğini yaptığımız için istafade etmiştik. Güzel
taraflarını diğer 11 aya taşırsak artıya geçeriz. Üsküdar Mevlevihanesi son
şeyhi Ahmet Remzi Dede Efendi bir nutkunda şöyle der; “Rah-ı Hakkı kullara
talim-i Yezdan’dır gelen” diyor Ramazan için. Hak yolunu kullarına talim etmek
için Rabbin bir ihsanıdır Ramazan. Bu ihsandan istifade edebilmek Ramazan’ın
son akşamı paydos etmemek demektir. Rabbimizin amel yakma âdeti yoktur amma
istifadeden mahrum kalırız Allah muhafaza. Bir hal hariç tabii.
Nedir o hal?
Rasulullah Efendimiz
Hazretlerine edepsizlik etmek. Allah-ü zü-l Celal açıkça beyan ediyor, habibime
edepsizlik yaparsanız, mesela huzurunda sesinizi yükseltirseniz amelleriniz
boşa gider…
Efendimiz’in huzurunda
bulunmayı nasıl yorumlamamız gerekiyor?
Her an Rasulullah’ın huzurunda
olduğunu bileceksin, bu bir. Onun hükmü üzerine hüküm koymayacaksın. Mesela son
zamanlarda çok konuşulan bir lakırdı var. Efendimiz’in mescidinin minaresinden
daha yüksek minare yapacağım demeyeceksin. Terbiyesizliktir bu. Yap, ama bunu
deme. Aşık atma, velev ki Suud yapmış olsa da o Rasulullah’ın mescidi. Bunu
aklından çıkarma. Cenab-ı Hakk bir misal veriyor. Habibime terbiyesizlik
yaparsanız amellerinizi yok ederim diyor. Öyleyse edep amelden üstündür. Bu
kadar basit.
Vaktin farzını ifa etmeyenin
sünneti yerine getirmesi de beyhudedir. Allah’ın her emrini yerine
getiremiyoruz. Affıyla muamele buyursun bize inşallah ama inkâr küfürdür. Amel
eksikliği Allah’ın affına kalmıştır. Cenab-ı hakkın öyle bir âdeti yok ama edepsizliğe
girerse yaptığımız elimizdekini kaybetme riskimiz var. Amelsiz adamın hali nice
olur… Ama edep, amel noksanını kapatır. Edep muhabbetin izharıdır. Sevdiğine
saygısızlık yapabilir misin?
Kasıtla yapmazsın herhalde.
Hayır, tepesine de çıksan o
saygısızlık olmaz. Çünkü bilir, sevdiğinden yapıyorsun. Ara sıra torunumu
ısırıyorum. Dayanamıyorum. Çok sıkıştıracağım canı yanacak. Bari ısırayım.
Acıtmadan… başkası onun yarısı kadar bile canını yaksa bas bas bağırır. Çocuk
bu. Ama benim onu sevdiğim için yaptığımı biliyor. Çocuk hissiyle biliyor,
aklıyla biliyor. Allah-ü zü-l Celal’de çocuk kadar his yok mu, estağfirullah…
Efendimiz’e itiraz etmek mümkün değil, değil mi? Ama Hazreti Ali itiraz etti!
Ne zaman ve neden?
Mekke’nin fethedildiği gün,
Kâbe’nin içindeler. Efendimiz putları temizliyor. Bazısını asasıyla indiriyor
aşağı. Ama yukarıda bir tane var ki asa da yetişmiyor. İçerde Hz Ali ve Hz
Bilal var. Hz Bilal ezan okumak için putların temizlenmesini bekliyor, o yüzden
orada. Hz Ali’ye çık omzuma indir o putu ya Ali, buyurdu Efendimiz. Hz Ali
itiraz etti, yok ya Rasulallah çıkamam, dedi. Siz benim omzuma çıkıp indirin
onu. Efendimiz, ‘ Ali’ dedi, bugün celalliyim beni taşıyamazsın. Bu kat’i bir
söz. Çıkıp indirdim diyor Cenab-ı Ali. Ama bir şey daha söylüyor. Efendimiz’in
omzuna bastığım zaman başım arş-ı alaya değdi zannettim… Efendimiz’in kilosu
değişmedi ama bugün celalliyim taşıyamazsın dedi. Demek ki bu hal başka bir
ağırlıktır. Kiloyla alakalı değildir. Biz artık insanoğlu olarak kendimizi
bedenden ibaret görmekten vazgeçmeliyiz. Bazen hafifleriz, bazen ağırlaşırız.
Bazen kolay taşınırız, bazen hiç taşınamayız. Pek yeri değil gibi görünüyor ama
cenazelerden de bellidir. Bazı cenaze kurşun gibi olur, yürümez. Bazısı kuş
gibidir…
Beden kaydından kurtulmaya da
vesile olabilir mi Ramazan-ı Şerif?
Eyvallah. Allah’ü zü-l
Celal’in kullarından istediği namazdan, niyazdan, oruçtan, hacdan gaye ne?
Tevhid. Birliktik gaye. Namaz kılalım, oruç tutalım diye yaratılmadık. Bunları
ve diğer emirleri yerine getirmek suretiyle Rabbimize yaklaşalım diye
yaratıldık. Mahlûkla bir olmayan Halik’la bir olamaz. Tevhid-i İslam diye
konuşulan şey o. Bu tevhid ibadette çok belli oluyor. O yüzden Allah cemaatle
namaz kılmaya çok önem verdiğini beyan buruyor, müjdeliyor. Öyle mi? Peki
bakıyoruz en uzun namaz ne kadar: Ramazan’ın son günlerinde Mekke’de hatimle
tevarih kılıyorlar. Saat tuttum 2 rekat 25 dakika kadar sürüyor. En uzun namaz
bu. Peki oruç? Kaç milyon kişi aynı anda ibadet halinde? Ramazan’ın en büyük
özelliği, esası bu.
Hislerimiz bu tevhidin
etkisiyle mi oluşuyor?
Evet. İşte sair meselelerde de
böyle ehl-i tevhid olsak yerden bir karış yukarda yürürüz. Mutluluktan dolayı
tabii. Yoksa Müslümanın ayağı yere basar, havada gitmek marifet değil. Bakü’den
Saraybosna’ya kaç milyon insan aynı anda oruç ibadeti üzere? Uyusa da, çalışsa
da, abdest bozmada da olsa Efendimiz ne buyuruyorlar? Oruçlunun uykusu ibadet,
susması nasihattir. Oruç öyle bir elbisedir ki o halde sokakta yürü, camide bir
kenarda otur, vapur bekle, otobüste seyahat et, sus ve dur. O anda nasihat
ediyorsun. Farkında ol veya olma. Allah sana oruç elbisesini giydirdiği anda
nasihat etmeye başlarsın. Sokakta yürü, camide bir kenarda otur, vapur bekle,
otobüste seyahat et, sus ve dur. O anda nasihat ediyorsun. Farkında ol veya
olma! Kaç milyon insan o hal üzere? Bir tefekkür edin. Peki, iftar vakti
girdikte o müştereklik azalıyor mu? Hayır. Tokyo niyetleniyor bu kez de. Çinde
100 milyondan fazla Müslüman var, onlar da başladı. Ve 1 ay boyunca bu devam
ediyor. Hiç ara verilmeden… Biraz coğrafya öğrenildiğinde bu hakikat ortaya
çıkar ki apayrı bir keyiftir. Ramazanı şerifin bize aslında farkında olmadan
empoze ettiği tesir işte o tevhiddir.
Diğer mahlukata da sirayet
eder mi bu hal?
Eder elbette. Biz insanız. Her
şey bizim için, biz Allah için yaratıldık. Güneş de, ay da, yıldızlar da bizim
emrimizde. Ve dünya da bir yıldız. Dolayısıyla bizim o halimiz gökteki yıldıza
bile tesir eder.toprak altındaki tohuma da tesir eder.
İnsanın kulluğu Allah’a karşı
vazife, mahlukata karşı borç o halde…
Gayet tabii. Vazifeyi ihmal
zulümdür ve insan bundan da mes’uldür. En çok kendine zulmediyor. Hep hukuku
ibad, kul hakkı konuşuluyor. Hukuku nefs nerde, hukukullah nerde? Allah’ın
hakkından, senin sana olan hakkından hiç söz etmiyoruz. Senin, senin üzerindeki
hakkın ve senin sana karşı olan vazifelerin nerde? Bunlar konuşulmuyor. Neden
kul hakkı bu kadar çok konuşuluyor biliyor musun? Devlet her vatandaşın
tepesine bir jandarma dikemez. Kul hakkını asırlardan beri devletin zabıta
işleri hafiflesin diye bu kadar çok pompalamış. Emin ol!
Maslahatına binaen yani…
Tabii, maslahat gereği. Kul
hakkı mühim de Allah hakkı mühim değil diye kim dedi oysa. Nefis hakkı mühim
değil diye kim dedi? Zaten bunlar birbirinden ayrılmaz. Namaz kılmadığın zaman
Allah’ın emrine muhalefet ettiğin için nefsine zulmettin, onun hakkını yedin.
Ondan da ayrıca mı sual
olunacağız?
Gayet tabii. Allah’ın emrine
muhalefet ettiğin için Allah’ın senin üzerindeki hakkına riayetkar olmadın.
Allah’ın hakkını yedin. Bana örnek olmadın, benim hakkımı yedin. Bir namaz
kılmamak üçünü birden ihlal manasına gelir. Hırsızlık yaptın. Paramı çalıp
benim hakkımı yedin, tamam. Allah sana yapma dediği halde yaptın, Allah’ın
hakkını yedin. Bu yasağı ihlal ettiğin için ceza göreceksin nefsine
zulmediyorsun onun hakkını yedin. Birbirinden ayrı değil ki bunlar iki gözüm.
Kim dedi kul hakkı daha mühim diye. Hak önemlidir.
Kavramlarımız allak bullak
olduğu için yaşıyoruz bu savrulmayı herhalde.
Kelime bilgimiz yok ki kavram
bilgimiz olsun. Kavram kelimeyle ifade edilir. Kaç kelime ile konuşuyoruz?
Sadeleştirme adı altındaki fukaralaştırma faaliyeti neticesinden artık kavram
sahibi olamadığımızdan fikir binası icra edemiyoruz. Hadise bu. Onun için
papağan ve hoparlör seviyesinden yukarı çıkamıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder