GAZEL
(
FUZULİ )
Âh
eylediğim serv-i hırâmânın içindir
Kan
ağladığım gonce-i handânın içindir
Ser-geşteliğim
kâkül-i müşgînin ucundan
Âşüfteliğim
zülf-i perişânın içindir
Bîmâr
tenim nergis-i mestin eleminden
Hûnîn
ciğerim lâ’l-i dür-efşânın içindir
Kurtarmağa
yağma-yı gamından dil ü canı
Sa’yüm
nazar-ı nergis-i fettânın içindir
Yaktım
tenimi vasl günü şem’ tek ammâ
Bil
kim bu tedârük şeb-i hicrânın içindir
Can
ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır
Can
içre seni beslediğim anın içindir
Vâ’iz
bize dün dûzahı vasf etti Fuzûlî
Ol
vasf senin külbe-i ahzânın içindir
1. Âh eylediğim serv-i hırâmânın içindir
Kan ağladığım gonce-i handânın içindir
Senin
salınan servi boyun için ah ediyorum. Kan ağlamam da senin gülümseyen gonca
dudakların içindir.
Selvi
nasıl eski şairler tarafından güzel boyun timsali diye alınmışsa hıraman
kelimesi de, rüzgarla tatlı tatlı sallandığı için, hemen daima selvi ye sıfat
olarak verilmiştir. Bu itibarla, buradaki serv-i hıraman terkibi de bize, naz
ve eda ile, salına salına giden sevgilinin güzel boyunu düşündürmektedir.
Gonca
kırmızıdır ve açılınca gül olur. Gonce-i handan; gülen hafifçe açılmış
dudaklara benzetilir. Bu bakımdan kan ağlamakla ilgilendirilmiş. Ağız istiare
ile gonce-i handana benzetilmiş.
Birinci
mısradaki selvi kelimesiyle boyu düşündüğümüz gibi, ikinci, mısradaki konca
kelimesiyle de ağız ve dudak hatıra gelmektedir. Konca için gülüş, açılış
olduğuna göre, gonce-i handan terkibinden de, kırmızı dudakların gülmek için
açılmış bir ağız manası çıkmaktadır.
Bu
gazel teşbih ve istiare sanatlarının en güzel örnekleriyle dolu, eşsiz bir
şiirdir. Şair, görünüşte, sevgilisinin güzel boyu ve kırmızı dudaktan için
hasret ve ıstırap duyduğunu anlatıyorsa da, bunu selvi ile ah arasındaki
yükseliş ve konca ile kan arasındaki renk münasebetlerini ihmal etmeyerek ifade
ediyor.
Sevgilinin
boyu salınan serviye, ağzı gülen goncaya benzetilerek istiare yapılmıştır. Bu
ilk beyitte leff ü neşr sanatına da güzel bir örnek vardır
Ah
- servi ilişkisi: Uzunluk bakımından.
Kan
- gonca ilişkisi: Kırmızı renk bakımından.
Ayrıca
ah eylemek ile kan ağlamak tenasüblüdür. Yani bu dört kavram leff ü neşr
sanatını oluşturur.
Aşıklar
daima ateşli ah ederler. Ah kelimesinin eski harflerle yazılışındaki “he”
ateşin kıvılcımı, “elif”in meddi (üzerindeki uzatma işareti) bu ateşin
dumanıdır ve göğe kadar yükselir. Elif daima sevgilinin boyuna benzetilir. Bu
benzetmede servinin çeşitli şekilleri kullanılır:
Beyitte
ağlamak - gülmek tezadı var. Fakat gerçek tezad sanatı değil. Çünkü ağlamak
şaire, gülmek ağız'a aittir.
Tasavvufi
anlamda serv ve gonce vahdettir. Fuzuli, vahdete erişmek için ah ettiğini fakat
kesret yüzünden kan ağladığını söylüyor. Ah'ın elif'i vahdet, kan da kesreti
işaret ediyor.
Beyitte
kelimelerin yerini değiştirsek ve beyti:
Kan
ağladığım serv-i hiramanın içündür
Ah
eylediğim gonce-i handanın içündür
şekline
sokarsak, vezni ve manası değişmezse de ifade inceliği tamamen bozulmuş
olur.
2 Ser-geşteliğim kâkül-i müşgînin ucundan
Âşüfteliğim zülf-i perişânın içindir
İlk
beyitte olduğu gibi, bu beyitte de kelimeler arasında, güzel anlam ilgileri
vardır:
Başımın
dönmesi misk kokulu kaküllerin yüzünden, halimin perişanlığı da senin dağınık
saçların sebebiyledir.
Ser-geştelik
baş dönmesi, sarhoşluk demektir. Kakül-i müşgin: Misk kokulu kakül.
Saçın
misk kokusu aşıkın başını döndürür, sarhoş eder. Aynı zamanda kakülün ucunun
halka halka, kıvrım kıvrım olduğu söyleniyor. Kakül, alına halka halka dökülen
saçtır.
Sevgilinin
kaküllerinin misk kokusu şairin başını döndürüyor, dağınık saçları da halini
perişan ediyor. Beytin manası koku ile baş dönmesi ve kaküllerin dağınıklığı
ile aşüftelik arasındaki alakalara dayanmaktadır.
Ucundan;
Türkçede için, sebebiyle, yüzünden manalarında kullanılan bir kelimedir. Esasen
bugün için diye kullandığıma kelimenin eski şekli “ucun” dur. Ucundan sözcüğü,
ucundan ve sebebinden anlamlarına gelecek biçimde tevriyeli kullanılmış.
3
Bîmâr tenim nergis-i mestin eleminden
Hûnîn ciğerim lâ’l-i dür-efşânın içindir
Vücudum
mahmur gözlerinin hasretinden hastadır. Bağrım, inci saçan dudakların yüzünden
kanla doludur.
Nergis-i
mest (sarhoş nergis), göz; La'l-i dür efşan (inci saçan yakut), dudak yerine
kullanılmış. Eski şiirlerde nergis, istiare olarak, göz yerine kullanılır.
Bimar,
sarhoş, gözün vasıflarındandır. Çeşm-i mest, çeşm-i mahmur, çeşm-i bimar,
nergis-i mest, nergis-i haste şekillerinde geçer. Nergis, hem şekli bakımından
göze benzetilir, hem de afyongiller familyasından olduğu için, uyuşturucu
özelliği bakımından baygın, sarhoş göze teşbih edilir.
La'l-i
dür-efşan: İnci saçan, yani arasından inci gibi dişler görünen dudak. Dudak
kırmızıdır. Rengi bakımından kanla ilgilidir.
La'l
taşı, yakut, madenin içinden çıkar, Ciğer de vücudun içinde saklıdır ve ikisi
de kırmızıdır. Bağrın kanla dolu olması, ciğerin kanlı bulunması tabii bir
haldir. Fuzuli, bunu bir başka şekilde Hüsn-i ta'lil ile açıklıyor. Kıymetli ve
kırmızı bir taş olan la'l, şiirde mecaz olarak dudak manasıyla kullanıldığı
gibi, onun yanındaki dür kelimesi de, ayni suretle diş manasına gelir.
Beyitte,
La'l-i dür-efşan terkibinde bir gülüş ve Hunin ciğerim sözünde bir ıztırap
vardır. Tasavvufi bakımdan düşünülürse; göz siyahtır, küfürdür. İnsan: beyaza,
aydınlığa değil, siyaha, küfre, yani dalalete götürür. Vahdetten uzaklaştırıp
gaflete (mahmur), yani kesrete düşürür. Göz tasavvufta kesrettir ve insanın
maddiyatına kasteder. Vücut bunun için hastadır. Dudak ise vahdettir, ince ve
yoktur. Fenafilllah’tır. Fakat beyitte “dür-efşan” sözü, kesretin, vahdet arasından
kendini gösterdiğine işaret ediyor.
Bimar
kelimesinin mar hecesini, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak
tarzda uzatarak okumak lazımdır.
4 Kurtarmağa yağma-yı gamından dil ü canı
Sa’yüm nazar-ı nergis-i fettânın içindir
Gönlümü
ve canımı gamının yağmasından kurtarmağa çalışmam, onları senin fettan gözünün
bakışına saklamak içindir.
Beyitte
iki mısra'da iki ayrı şey söylenmiş görünüyor. Aslında söylenen sadece
sevgilinin dağınık saçı yüzünden aşığın perişanlığıdır.
Nerkis-i
fettan: Fitneci nergis, yani gönlü allak bullak eden göz. Anlaşılıyor ki,
şairin gönlünü ve canını gamın yağmasından kurtarmağa çalışması, ancak, onları
sevgilisinin bakışlarına feda edip yağma ettirmek içindir.
Beyitten
çıkan ilk anlam; Gönlümü ve canımı gamının yağmasından kurtarmağa çalışmam,
fettan gözünün bakışını, dikkatini, teveccühünü kazanmak içindir. Bu gayret
anlatılıyor.
Aşüfte:
dağınık, perişan; aklı dağınık demektir. İffetsiz, hafif meşreb anlamı sonradan
gelmiştir. Saçın özelliği dağınık ve mis kokulu olmasıdır. Aşıkın gönlünün he
parçası sevgilinin saçının bir teline asılmıştır. Saç dağılınca gönüller de
perişan olur. Saçın kokusu olan misk, ahuların göbeğinden çıkarılır. Ahunun
vasfı da başı-boş, avare dolaşmasıdır; yani aşüftedir
Sa'y:
çalışma, gayret; Hac sırasında Merve dağı ile Safa tepesi arasında yedi defa
koşma demektir. Sa'y kullanılınca edebiyatta hemen Ka'be ve bununla ilgili
unsurlar hatıra gelir. Gönlü gam yağmasından kurtarmak, sevince ye safaya
(Safa) erişmektir.
Gönül
aynadır. Eski aynalar madenden yapılır, kil ve toprakla saykal vurulur,
parlatılırdı. Gönül aynasının kirden, pastan temizlenmesi, saf olması gerekir.
İlahi aşk, ancak saf ye parlak, temiz olan gönül aynasında kendini gösterir,
tecelli eder.
Tasavvufta
saç kesrettir. Yüzü, yani vahdeti örter. Saçın dağınıklığından söz etmesi de
bundandır. Yoksa düz saç yüzü örtmez. Kesret insanı şaşırtır, başını döndürür,
sarhoş eder. Vahdetin tecellisine engel olur. Fuzuli beyitte kesret içinde
bocaladığını söylüyor.
Ayrıca,
canını ve gönlünü gam yağmasından kurtarmağa çalışmasındaki maksat, onları
fettan gözü için saklamak içindir. Fettan göz, öldürür, yağma eder. Gamze de bu
işte gözün yardımcısıdır:
Ok,
kılıç, hançer'dir. Fuzuli, canını ve gönlünü bir yağmadan kurtarıp, diğer bir
yağmaya hazırlamak için çalışıyor. Söylemek istediği şudur: Gönül, insanın
manevi; can ise maddi varlığıdır. Gam da manevidir ve insanda maneviyatı
öldürür. Yani gam, gönüle kastetmiştir. Göz ve bakış ise kesrettir ve insanın
maddi varlığına düşmandır, gönüle dokunmaz. Fuzuli, uğraşarak gönlünü gamdan
kurtarabilir, artık fettan gözün bakışından korkusu yoktur. Bakış canı alacak
ve gönül bu surette kurtulmuş olacaktır. Yani şair, bu gayreti sonunda karlı
çıkacaktır. Bütün mutasavvıfların isteği de budur: Maddiyattan uzaklaşıp manevi
varlığı koruyabilmek.
5 Yaktım tenimi vasl günü şem’ tek ammâ
Bil kim bu tedârük şeb-i hicrânın içindir
Kavuşma
gününde vücudumu mum gibi yakıp erittim; ama bu hazırlığın senden ayrı geçecek
geceler için olduğunu bil.
Beyitten
iki anlam çıkarmak mümkündür:
a. Kavuşma gününde hazdan, neşeden mum gibi
yanan, eriyen vücudum, ayrılık gecesine biraz ışık, biraz teselli bularak
girecektir.
b. Kavuşma gününde vücudumu mum gibi yakıp
bitirdim, ayrılık gecesine yalnız gönlümle kaldım. Vücut ıstırabı ortadan
kalkınca, aşkın ve ayrılık gecesinin ıstırabına daha kolay katlanılır.
“Şem'
tek”, mum gibi demektir; tek, eskiden gibi manasıyla kullanılan diğer bir
benzetme edatıydı. Buna bilhassa Fuzuli’nin eserlerinde çok rastlanır. Diğer
Divan şairleri benzetme edatı olarak “veş”, “asa” gibi Farsça kelimeleri
kullanmışlardır.. (Sehab-âsâ: bulut gibi)
“Tek,
bir” ve "gibi” anlamlarında tevriyeli kullanılmış. İlk anlamı ile vahdete
işaret ediliyor.
“Tedarik”
kelimesi Arapçadır ve hazırlık manasına gelir.
Bu
beyitte mum gibi yanmak; hazdan erimek ve sevinmekten kinayedir. Şair: “Sana
kavuştuğum gün yanıyorum, seviniyorum; ama bu, gamla geçecek simsiyah ayrılık
gecene biraz ışık ve teselli hazırlamak içindir.” diyor.
Fuzuli,
hicranı vuslata daima tercih etmiştir. Çünkü her kavuşmanın sonu hicranla
biter. Vuslat geçici, fakat hicran devamlıdır.
Fuzuli,
kavuşma günü şerefine mumlar yakacağı yerde vücudunu yakmış. Beyitte bir “gün”
ve “gece” tezadı yapılmış. İnsan vücudu muma benzetilir. Mumun yağ kısmı vücut;
alevi yüz; dumanı saç ve fitili de canıdır.
6 Can ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır
Can içre seni beslediğim anın içindir
Gönül,
o yan bakışa canını ver; çünkü bunca zamandır seni canımın içinde bunun için
saklıyorum.
Gamze
daima öldürücüdür. Bunun için “canını ver” denmiştir. Fuzuli, gönlünü canlı bir
varlık gibi kabul ederek, onu canı içine kapamış ve saklamıştır. Aynı zamanda
can da çok kıymetli bir varlıktır. Bu kadar kıymetli ve nazik bir şeyin içinde
-ondan da kıymetli olan- gönlünü sakladığını söylüyor. Can da zaten titizlikle
saklanır. Türkçede “canı gibi saklamak” deyimi vardır.
Mademki
gönül, başka birine kaptırılmamak için can içinde sevgili için saklanmıştır,
onun için feda edilmesi de tabiidir.
Şair
gönlünü, kendi canı içinde ayrı canı olan bir varlık gibi telakki ederek onu,
fırsat düşmüşken, sevgilisinin bakışları uğrunda ölmeğe teşvik ediyor.
Vücud
içinde can, canın içinde de gönlün bulunduğu tasavvur edilir. Gönlün içinde
siyah bir nokta bulunur. Buna süveyda denir. Bu insanda idrak noktasıdır.
Tecelli de burada olur.
Öte
taraftan fuzuli, “gönül, o gamzeye seni içinde saklayan can ver” diyor. Çünkü
can maddidir ve kesret olan gamze maddeye düşmandır. Gönüle dokunmaz. Yani
şair, canını vermekle gönlü kurtulacak ve ayrıca can kafesinden de kurtulup
serbest kalacaktır. .
Bu
tasavvufi bir beyittir. Tanrı aşıkın gönlünde tecelli eder. Vücut ortadan
kalkınca gönül kalacaktır. Bütün mutasavvıf1arın istediği, maddi varlıktan
sıyrılmak ve gönülle baş başa kalmaktır. Ayrıca "insan fani olunca, yani
nefsiyle ve vücuduyla ilgisini kesince ikilik yok olmuş, fenafillah tecelli
etmiş demektir. Fuzuli, bunun için hazırlanıyor.
7 Vâ’iz bize dün dûzahı vasf etti Fuzûlî
Ol vasf senin külbe-i ahzânın içindir
Ey
Fuzuli, dün camide vaiz bize cehennemi tasvir etti. Bu tasvirler tıpkı senin
hüzünlü kulübene benziyor.
Vaiz;
camilerde vaaz veren, yani, halka dini vecibelerini öğretmek için nasihat yollu
konuşmalar yapan adamlara denir. Hocalar, halkı din icaplarına göre hareket
etmeğe teşvik için, korkutma yolunu tutarlar, dünyada günah işleyenlerin
cehennemdeki gayya kuyusunun ateşlerinde nasıl yanıp azap çekeceklerine ve
ellerinde ateşten topuzlar taşıyan cehennem zebanilerine dair türlü korkunç
hikayeler anlatırlardı.
Beytülhazen
hüzün evi ve beytülahzan, hüzünler evi demektir. Şairler, kendi fakir ve gamlı
odaları, evleri için de bu tabiri kullanırlar. Nitekim, içinde sevgilisinin
hasretiyle yaşadığı kulübesi de Fuzuli’ye cehennem azapları çektiriyormuş.
Külbe-i
ahzan, Beytü'l-hazen: Hz. Yakub'un oğlu Yusuf'u kaybettikten sonra, onun
hasreti ile ağlaya ağlaya gözlerini kör ettiği kulübedir. Vaiz, mescitte
cehennemi, cehennem azabını anlatıyor. Fuzuli, bu cehennem tasvirlerinde aynen
kendi kulübesini bulmuş. Yani çok ıstırap çektiğini, cehennem azabı içinde
bulunduğunu söylemek istiyor.
Hz.
Yakub, Beytu'l- hazen'de oğlu Yusuf'un ayrılığının ıstırabını çekmiştir. Fuzuli
de sevgiliden ayrı olmanın acısını çekiyor, Hz. Yusuf, güzelliği ile
tanınmıştır. O kadar güzeldi ki, Tanrı güzelliği taksim ederken, yarısını Hz.
Yusuf'a diğer yarısını da bütün mahlukata dağıtmıştır. Beyitte sevgilinin
güzelliği Yusuf'un güzelliğine benzetilmiş. Külbe-i ahzan tamlaması ile Yusuf
kıssası ve Hz. Yusuf'un güzelliğine Telmih yapılmıştır.
Fuzuli,
“bize” ve “senin” demek suretiyle mahlasını kendisinden ayırmış ye ona başka
bir şahıs gibi hitap etmiştir: Böylelikle Tecrid san'atı yapılmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder