Mesnevî Bahçesinden İNSAN DENİLEN
MUAMMÂ
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- aşk, vecd ve
istiğrak dolu hayatını üç kelime ile ve üç merhale olarak şöyle ifade eder:
“–Hamdım, piştim, yandım!..”
Hakk’a yakınlık lezzetini tatmadan evvelki devresini “Hamdım”,
ilâhî hazza nâil olduğu devreyi “Piştim”, kâinattaki esrar
tecellîlerinin kendisine bir kitap gibi açılıp ayân olduğu devreyi de “Yandım”
sözleriyle ifâde etmiştir.
Bu Hak dostu, “Ölmeden önce ölünüz!..” sırrının
tecellîsi ile, yani dünyevî ve nefsânî ihtiras ve arzularının esâretinden
kurtularak ölümün ürkütücü yüzünü güzelleştirmiştir. Bu sâyede o, “şeb-i
arûs” olarak isimlendirdiği o mukadder vefât gününü, aslında “Hüsn-i
Mutlak”a kavuşma gecesi hâline çevirmiştir. İşte böyle bir kavuşmanın
hasret ve sevinci içinde gönül lisânından şu yakıcı mısralar dökülmüştür:
“Vefâtımdan sonra benim kabrimi aç ve gönlümün ateşi
sebebiyle kefenimden nasıl duman yükseldiğini gör!..”
* * *
“Ölüm gününde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın
dert ve gamı var sanma! Dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum zannetme!”
“Sakın ola ki, öldüğüm için bana ağlama! «Yazık
oldu, yazık oldu!» deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına
düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!”
“(Fakat ben ruhumla büyük bir heyecan içerisinde
vuslata doğru kanat açtığımda sakın ola ki) cenazemi görüp de; «Ayrılık,
ayrılık!» deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, (Rabbimle)
«buluşma» yani vuslat vaktimdir!”
“Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; «Veda,
veda!» deme! Çünkü mezar, öteki âlemin, cennetler mekânının perdesidir!”
“Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı
gör! Düşün ki, Güneş’le Ay batıp gözden kayboldukları zaman onların nûruna bir
ziyan gelir mi?”
“Bu hâl, sana; batmak, kaybolmak gibi görünse de,
aslında doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır! (Hem de ebedî bir hayata…)”
“(Dıştan bakınca toprağın kara bağrında bir çukurdan
ibâret olan şu) mezar, insana hapishane gibi, zindan gibi görünse de, orası
aslında vuslata teşne ruhların (dünyanın iptilâ ve musibetlerinden) kurtulduğu
(ve huzur bulduğu) yerdir!”
“Hangi tohum toprağa atıldı, ekildi de tekrar bitmedi;
vakti gelince topraktan filizlenmedi? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir
zanna düşersin?”
“Hangi kova suya sarkıtıldı da dolu çıkmadı? Can
Yusuf’u neden kuyudan ziyan görsün, niçin feryad etsin?”
* * *
“Ben (ten kafesinden kurtulunca) ölü idim, dirildim,
ağlamaktayken tebessüme büründüm. İlâhî aşkın devletine nâil olunca da, ebedî
devlete (saâdete) kavuştum…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder