KUBBE-İ HADRÂ
Ârif Nihat ASYA
TEVAZU timsali, tabiatta topraksa
yapıda ve mimaride eşikti:
Yalnız tekkenin değil: evin,
odanın, sofanın da eşiğine basılmazdı. Bu âdet Anadolu’nun birçok yerlerinde
vardır.
Huzura ve dergâha ise, eşik
öpülerek girilirdi ve Kubbe-i Hadrâ’ya sadece ziyaret veya görmek için girenler
bile, geleneğe aykırı hareket etmezlerdi.
Bu ayın on günü, belki,
Mevlânâ eşiğinin en çok öpüldüğü günler olacak. Kubbe-i Hadrâ konusuna, biz de,
Kubbe i Hadrâ’nın eşiğini öperek girmekteyiz.
Hazret-i Mevlânâ, âyîn
başlangıçlarında okunan meşhur (Na’t)ının üçüncü beytinde Hazret-i Peygambere
hitaben (Mirâc gecesi) Cebrâil rikâbında olduğu halde, dokuz kat künbed-i
hadrâ’nın “yeşil kubbenin” üstüne ayak basan sensin.)
Zannediyorum ki mevlevilikte
(kubbe-i hadrâ) tâbiri ilk defa olarak burda ve (künbed-i hadrâ) olarak
geçmektedir.
Görüldüğü gibi, Mevlânâ,
gökyüzünün katlarını yeşil olarak ifade ediyor. Ölümünden sonra üzerine
yapılmış çadır Kubbe de eskiyen çinileri bazan mavileriyle değiştrilmesine veya
solarak mavileşmesine rağmen daha çok yeşil kalmıştır ve düğün sofrasının
kurulduğu murada (Kubbe-i Hadrâ: Yeşil Kubbe) diye anılan bir murat âbidesi
sevimliliğiyle Mevlânâ’ya da, Konya’ya da yakışmıştır.
Sonraları yanıbaşına bir
mescit eklenerek türbeyle birleştirildi. Böylece şeriatla tarikat mevlevi
mürakabesi halinde, birbirlerinin maneviyetlerini içlerinde buldular. Abide,
bir yuvarlak kubbeyle ve bir zarif minareyle tamamlanmış oldu. Minarenin
külâhı, türbenin mahrutuna uymayı bildi.
(Kubbe-i Hadrâ) dan, once,
yalnız türbe kasdedilirken, sonra türbe, mescit, hücreler, mutfak v.s bütün
olarak, toptan kasdedilir oldu.
Bugün sema’zenin, şerefe sağ
eli gibi göklere açılır, Kubbe-i Hadrâ, sol eli gibi aldıklarını yere devreder.
Bugün Kubbe-I Hadrâ-
mahiyetini bilenler için de, bilmeyenler için de- Konya ovasının ortalarında,
ulu bir çam gibi, nirengi olarak durur.
Zamanla solması, çil çil
olmasi; rüzgârların, mevsimlerin, güneşlerin ve mini-mini gagaların, sık sık,
gelerek Mevlâna yeşilinin tadına bakmasından, ondan nasibini almasındandır. Bu
sebeple çinilerinin sekiz on senede bir yenilenmesi icabeder. Fakat yaklaşıp
dikkatle, hayranlıkla bakanlar, her mevsiminde ve her hâlinde, onun
eteklerinden yeşil damladığını görürler.
Büyük bir yaprağa da benzer… Damarları
da vardır.
Kökü yukarda, dalları aşağıda
bir Tûbâ ağacı olarak düşünülebilir ve Arapça’da (Tûbâ) nın bir mânası da (Ne
mutlu!) dur. Ne mutlu ondan damlıyan yeşil incileri avucunda bulanlara!
Çevreden kar kalktığı zaman
Konya ovasına, Meram vadisine yeşil buradan taşar.
Ârif Nihat ASYA
(17 Aralık 1962 tarihli Yeni İstanbul
Gazetesi’nden)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder