Siz Kur’ân okumuyor musunuz?
Onun ahlakı Kur’ân-ı Kerim’in ta kendisidir...
Hz. Peygamber
de:
“Ben güzel
ahlakı tamamlamak için gönderildim”1 buyurmaktadır. Peygamberin
ahlakını soran sahabelere Hz. Aişe validemiz:
“Siz Kur’ân
okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’ân-ı Kerim’in ta kendisidir”2 demişlerdir.
Onu, Kur’ân zaten övmüş ve Onun için şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki
sen, en büyük ahlak üzeresin”3 Peygamberimiz de:
“Beni Rabbim
terbiye etti ve beni ne güzel yetiştirdi!’4 Ve yine ayette;
“Sizin için
Allah’ın Rasûlünde uyulması gereken güzel örnekler vardır”5 diye
O’nun ahlakı övülmektedir.
İslâm dininde
beşeriyetin muhtaç olduğu saygı ve sevgi vardır. Müminlerin müminleri
sevmeleri, birbirlerine acımaları, diğer canlılara merhamet etmeleri ne kadar
güzeldir! Toplumlar şefkatle, merhametle ve birbirlerini sevmekle yaşarlar.
Aile bağlarının kuvvetlenmesi sevginin eseridir. Merhameti ve sevgiyi toplumdan
çıkaracak olursanız insan cemiyetlerini canavarlaşmış, birbirinin kanını emer
bir vaziyette görürsünüz. Yine Allah’ın ayetlerindendir ki;
“Allah sizlere
içinizden eşler yaratmıştır. Birbiriniz arasında muhabbet ve merhamet duygusu
vermiştir.”6 Sevgi ve saygı öyle kıymetli bir varlıktır ki, ona
asla paha biçilemez. İşte Hz. Muhammed insanlığa bu nimeti vermiştir. Yıllardır
birbirinin kanını akıtmayı meziyet sanan kabilelerin kalplerini birbirine
ısındırmıştır. Milyarların sarf edilmesiyle yapılamayacak olan iki kişinin
arasını bulmayı, İslâm’ın getirdiği sevgi ve sonsuz merhamet ile ta’lif etmiştir.
Bu din, hayır ve adaleti getirmiştir.
İyilik işleyene
on, yetmiş, yedi yüz ve hatta daha fazla sevap alma özelliğini bu din
getirmiştir. O (s.a.s), Mekke’den Medine’ye göç ettiklerinde îrad buyurdukları
ilk hutbelerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Velev ki yarım
hurma olsun kendini cehennem ateşinden koruyabilecekse, hemen bu hayrı işlesin.
Bunu da bulamazsa güzel sözle kendini kurtarmağa baksın!”7
Onun yüksek
ahlakı içerisinde hak bildiği davasında sebat etmesini görmekteyiz.
Peygamberler sabırlı kimselerdir. Halkı Hakk’a davet ettikleri esnada
sıkıntılara maruz kalırlar ama hiçbir zaman yılmazlardı. Hz. Peygamber (s.a.s),
Kureyşin, amcası Ebû Tâlib’i korkutmak üzere sıkıştırdığı bir anda, birden bire
son desteğini de kaybedeceği endişesiyle yerinden fırlayıp hem amcasına hem de
orada oturanlara şu şekilde cevap vermiştir:
“Amca! Bu işi
bırakmam için güneşi sağıma, ayı soluma koysalar vallahi muvaffak olmadan, ya
da uğrunda ölmeden onu asla terk etmem.”8
Şecaat ve
cesarette ona hiç kimse denk olamamıştır. Uhud günü müslümanların saflarında
çatlamalar olduğu sıralardı. Etrafında çok az arkadaşı kalmış olmasına rağmen
O, bulunduğu yerden bir adım bile gerilememiş, düşmana mukabelede bulunmuştur.
Hatta bu savaşta mübarek dişleri bile kırılmıştı. Nitekim Huneyn muharebesinde
de ordu kısa bir süre bozguna uğramış ve dağılmıştı. O, devesi üzerinde şöyle
sesleniyordu:
“Ben
peygamberim yalan yok, ben Abdulmuttalib’in oğluyum!”9
Ahdine sadakat
gösterirdi. Düşmanlarla yapılan muâhedelere hakkıyla riayet ederdi. O’nun
sözünde durmadığı asla görülmemiştir. Muâhedeler devamlı düşmanları tarafından
ihlal edilmiş, O (s.a.s), bundan sonra gerekli cevapları kendilerine vermiştir.
Dünya malına
asla itibar etmemişti. Zühd ve kanaat sahibi idiler. Bir gün hasır üzerinde
uyumuşlardı. Çıplak vücutlarında hasır iz yapmıştı. Bunu gören Hz. Ömer:
“Ne olurdu sana
yumuşak bir döşek temin etseydik” dediklerinde:
“Dünya ile o
kadar ilgim yok. Onunla ben, bir ağaçla altında bir miktar dinlendikten sonra
orayı terk edip giden bir yolcu gibiyimdir”10 buyurdular.
Kibirli değildi, mütevazı idi. Tevazuu severdi.
“Tevazu edeni
Allah yükseltir. Kibir göstereni alçaltır”11 buyururdu. Af eder
ve suçu bağışlardı. Şahsı için kimseden öç almamıştır. Kendisine yapılan
eziyetlerden sonra Mekke fethinde düşmanları Kabe’nin etrafında toplanmış
kendilerine verilecek cezayı bekliyorlardı. Onlara kısa bir hitabede bulundu ve
şöyle buyurdu:
“Bugün size ne
muamele yapacağımı biliyor musunuz?” Onlar da:
“Sen, kerim bir
kişisin” demişler bunun üzerine:
“Gidiniz,
hepiniz serbestsiniz”12 buyurmuşlardı. Tarihte bu kadar
bağışlayan ikinci bir kişi gösterilemez. Bu ancak peygamberlerin işidir. O
şöyle buyururdu:
“Faziletlerin
en üstünü; sana gelmeyene gitmen, seni mahrum edene vermen, sana zulmedeni
affetmendir.”13
Merhametli idi.
Ümmetine çok düşkündü. Yetimlere, dullara, kimsesizlere, düşkünlere acırdı.
Zaman zaman bu tip kişileri ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, gönüllerini
alırdı.
“Yerdekilere
acıyınız ki göktekiler de size acısın”14 buyururdu.
“Yetime
yardımcı olanla (işaret parmağı ile orta parmağını göstererek), bu ikisi gibi
cennette yan yanayız”15 derlerdi.
Hülasa eşsiz
insan, son peygamber ibadetinden ahlakına, latifesinden ciddi sözlerine
varıncaya kadar örnek bir insandı. O’nu anlatmak bundan dolayı çok zordur.
Kur’ân onun için şöyle buyurmuştur.
“Biz seni
âlemlere rahmet olarak gönderdik.”16
1. Aclunî
Keşfu’l-Hafâ, I, 211.
2. Buhârî,
Sahîh, I, 275.
3. el-Kalem,
4.
4. Aclunî,
I, 70.
5. el-Ahzâb,
21.
6. er-Rûm,
21.
7. Müslim,
I, 704.
8. İbn
İshak, İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebebiyye, I, 285; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I,
229 vd; Taberî, Tarîh, II, 220; Ebu’l-Ferec, el-Vefâ, I, 191; İbn Seyyid,
Uyûnu’l-Eser, I, 100; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 149; Ebu’l-Fidâ, III, 48; Halebî,
İnsânu’l-Uyûn, I, 462.
9. Vâkıdî,
Kitâbu’t-Târîh ve’l-Meğâzî, III, 902; İbn Sa‘d, Tabakâtü’l-Kübrâ, II, 151;
Ahmed b.Hanbel, Müsned, V, 280; Buhârî, III, 208; Müslim, III, 1401; Taberî,
III, 129; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, VII, 43; İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, 151; İbn
Esîr, II, 264; İbn Seyyid, II, 192; İbn Kayyım, Zâdu’l-Mead, II, 209, Heysemî,
Mecmeu’z-Zevâid, VI, 182.
10. Tirmizî,
Zühd/44.
11. Aclunî,
II, 242.
12. İbn
İshak, İbn Hişam, IV, 55; Taberî, III, 120; İbn Seyyid, II, 178; Kastalâni,
Mevâhibü’l-Ledünniye, I, 201.
13. Taberî,
Tefsir, I, 330.
14. Buhârî,
Ebed/18; Seçme Hadisler, 218/33-34.
15. Buhârî,
Talâk/25, Edeb/24; Müslim, Zühd/42.
16. el-Enbiyâ,
107.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder