28 Haziran 2008 Cumartesi

ETME

ETME
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme,Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun, etme.
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun, etme.
Çalma bizi bizden bizi, gitme o ellere doğru Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.
Ey ay! Felek harab olmuş altüst olmuş senin için Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan Ayın da evin yıkmaya kasdediyorsun,etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun,etme.
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun, etme.
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme
İsyan et ey arkadaşım sö söyleyecek an değil Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.

23 Haziran 2008 Pazartesi

GEÇER

GEÇER

Izdırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
Ömr-i fâni gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyliyemez hânde-i hurrem de geçer,
Devr-i şâdi de geçer gussa-i mâtem de geçer,
Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer.

Bu tecellî-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlayan göz yaşı mı, yoksa ki hicrân seli mi?
İnliyen sâz-ı kazânın acaba bam teli mi?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu’ünun filimi,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer.

İbret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan,
Nefsini kurtara gör masyâd-ı mâfihâdan.
Niyyet-i hilkâtı bu aşk-ı cihân-arâdan,
Önü yokdan, sonu .oktan, bu kuru da’vâdan
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.

Ne şerîat, ne tariykat, ne hakiykat, ne türe,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre,
Câhilin korku kokan defterini Tanrı düre!
Mâ’ rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
Cennet iflas eder, efsâne-i Adem de geçer.

Serseri Neyzen’in aşkınla kulak ver sözüne,
Girmemiştir bu avâlim, bu bedyi’ gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
Pir olur sâkiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
Hâk olur pîr-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.

1943
NEYZEN TEVFİK KOLAYLI

16 Haziran 2008 Pazartesi

AŞK HER DEM TAZEDİR





Tû megû bedân şehbâr nîst
Bâ kerîmân kârhâ-yı düşvâr nîst


Azîz dostlar, eskiden Mesnevi derslerine bu beyit okunarak başlanması âdeti varmış. Beyit, Mesnevi-i Şerifin 219. beytidir. Çok müjdeleyici ve çok ümit verici mânâlar taşıyan bu beyitte şöyle deniyor: O şahın huzuruna çıkmak için bize izin verilmemiştir deme. Çünkü kerîm olanlarla, ikram sahibi olanlarla iş yapıp kâr elde etmek zor değildir.
"Hakk'a ulaşmaya çalışmak boşuna gayrettir. Nasıl olsa ulaşamazsın. İyisi mi yat, tembelliğine bak!" diye insanı devamlı kandırmaya çalışan şeytanın bu aldatmalarına karşı Hazret-i Mevlânâ diyor ki: "İkram sahipleri ile iş yapıp kâr elde etmenin kolaylığını biliyorsun, Allah ise Ekramü'l ekremîn'dir. İkram edicilerin en ikram edicisidir. İkram sahiplerinin en yücesidir. O buyurmadı mı: 'Bana bir adım atana Ben on adım atarım. Bana yürüyerek gelene Ben koşarak gelirim.' Öyleyse huzura çıkmaya izin yoktur ümitsizliğine düşme ve aşkı seç, ki bütün peygamberler de öyle yapmıştır."


Aşk-ı ân bükzin ki cümle enbiya
Yaftent ez aşıkı o kâr u keya


Aşk yolunu seç. Bütün peygamberler ve o peygamberlere uyanlar gibi ki ancak ve ancak onun aşkı ile sadece kazanç sahibi, Allah katında makbul olma yüceliği elde edilir.

Aşk zinde der revân u der basar
Her demi bâşed zi gonce tâzeter


Aşk her an ruhta da gözde de tazeliğini korur, hiç eskimez. Aşkın tazeliği gül bahçesindeki goncaların tazeliği gibidir. Beyitte deniyor ya: "der ravan u der basar" "Aşk ruhta da gözde de her an tazeliğini korur." Bundan şu mânâ anlaşılmalı: Göz, ruhun penceresi gibidir. Ruh, göz penceresinden bakar ve bütün yaratılmışlarda yaratıcının güzelliğini ve kudretini seyreder. Sonra döner 'Severim her güzeli senden eserdir.' sözleriyle eserde müessiri, nakışta nakkaşı bulur, görür. Allah her an yeni bir yaratmada ve yeni bir hâlde tecelli etmededir. Sûre-i Rahman'daki "Külle yevmin hüve fı'ş-ş'en" âyeti bu gerçeği bildirmede. İşte bu her an yenilik, Hazret-i Mevlânâ'nın sözünü ettiği her an tazelik demektir. Aşkın gözde tazeliği yaratılmışlar hakkında, ruhta tazeliği ise Yaratıcı hakkındadır. Göz fânidir. Ruh bakîdir. Fânilerin aşkı da fânidir, bakîlerin aşkı da bakîdir.

Zanki aşk-ı mürdegân payende nist
Zanki bürde suyima ayende nist.


Ölülerin ve öleceklerin, yani fâni olanların aşkı kalıcı olmaz, çünkü ölü bizim yanımızda olmaz. Farsça'daki 'zinde' kelimesi her ne kadar 'diri' mânâsına gelir ise de bu dirilik lâlettayin, ölünün karşıtı olan dirilik değildir. Hayatiyeti muhafaza etmek mânâsını taşır. Onun için aşkta böyle bir hayatiyet vardır. "Aşkı olmayanlar bizim yanımıza gelemezler." diyor Hazret-i Mevlânâ. Çünkü kalıcılık, beka ancak aşktadır. Neden? "Aşk ehli ölmez/ Yerde çürümez/ Yanmayan bilmez ateş-i aşka." "Biz âşığız, biz ölmeyiz. Çürüyüp toprak olmayız. Karanlıklarda kalmayız. Bize leyi ü nehâr olmaz." "Yunus öldü deyu sâlâ verirler, ölen hayvan imiş âşıklar ölmez."
Seyvid Nesimi, Seyyid Nizâmoğlu ve Koca Yunus'un sözleri bunlar.
Bu büyüklerimizi bu yol göstericilerimiz, bu yol aydınlatıcılarımız hep aynı şeyleri söylüyorlar, bizi uyarmak ve uyandırmak için. Bunlar sizin bilmediğiniz şeyler değil. Beraberliğimize vesile olsun, gerçekliğin tekrarından doğan güzellikleri ve hazları paylaşalım, özellikle de Hazret-i Mevlânâ'nın sözleri ile dillerimizi ve gönüllerimizi süsleyelim diye bunları tekrar ettik.
Mesnevi derslerine, sohbetlerine o beyitle başlandığını arz etmiştik. Her başlangıcın bir sonu vardır. Başlangıçtaki geleneğe uyarak o beyti okuduk ve eski bir geleneği yerine getirdik. Bu eski geleneğin bir başka veçhesi daha var, bir âdet daha var: Mesnevi sohbetleri biterken şu dörtlük okunur:


İnçunîn fermâyed Mevlânâ-yi mâ
Kâşif-i esrâr-hâ-yi Kibriya
İn ne necmest u ne remlest u ne hâb
Vahy-i Hakk vallahu a'lem bi's-savâb


İşte böyle buyurdu bizim Efendimiz Mevlânâ, ki o, Yüceler Yücesi'nin sırlarını bilen ve açıklayandır. O sırların keşfedicisidir. Onun bu sözlerini; astroloji veya fal sözleri yahut uyku hâlinde söylenmiş sözler sanmayınız, öyle değildir. Olsa olsa Hakk'in bir vahyidir, Allah her şeyi en iyi ve en doğru bilendir.İşte, Mesnevî sohbetleri böyle bitirilirdi. Buradaki "Vahy-i Hakk" sözü bazı yanlış anlamalara sebebiyet vermiştir. Vahiy kelimesinin sözlük anlamı 'Allah'tan gelen haber' demek. Özel anlamı ise Allah'ın Cebrail Aleyhisselâm vasıtası ile peygamberlerine gönderdiği, kullarına tebliğ edilmek üzere olan özel haberlerdir. Ve bu anlamı ile, yani özel anlamı ile vahiy bitmiştir, çünkü Hâteme'n-Nebiyyîn Muhammed Mustafa (s.a.v.) peygamberlerin sonuncusudur. Kur'ân'ın ifadesi ile "Hateme'n-Nebiyyin" nebilerin sonuncusu ve en yücesi ve nebîlik müessesesinin mührü, Ondan sonra peygamber gelmez. Burada bir incelik daha var. Bildiğiniz gibi peygamberlik görevi ile, o yüce görev ile görevlendirilen yüce kişilerin görevi iki türlü izah edilir. İtikat, inanış bakımından hiçbir ayrılık olmamasına rağmen bazılarına 'Nebî' bazılarına 'Resul' denir. Resul, itikatta değil ama amelde ve hükümler bakımından yeni bir tebliğ, emirler zinciri sunan peygambere, Nebî ise daha önceki bir peygamberin tebliğini aynen yineleyen, tekrarlayan peygambere denir. Ancak ve ancak Resul-i Ekrem Efendimiz, hem Hazret-i İbrahim'in dininin hükümlerini tekrarladığı hem de yeni hükümler tebliğ ettiği için ancak Zât-ı Seniyyeleri hem Nebî hem Resûl'dür. Yine aynı şekilde zâtına mahsus olan özelliklerden biri de, burada ikili olmak bakımından arz ediyorum, 'Resülü's-sakaleyn', olmasıdır. Hem insanlara hem cinlere Peygamberdir. Peygamberlik müessesesinin bittiği anlatılan âyette "Hâteme'n Nebiyyîn" denmekle "Artık bundan böyle değil Resul. Nebî bile gelmeyecektir." mânâsı anlaşılmalıdır. Yoksa Nebî gelmez ama Resul gelir diye anlamak, anlamamaktır. Yani vahyin özel mânâsı ile artık kesildiğini kabul etmemek, İslâm hudutları dışına çıkmak demek olur. Ancak sözlük anlamı ile Allah'tan gelen haber mânâsı devam etmektedir. Nasıl şeytanın iğvâsı, kandırması, kalbe vesvese vermesi kıyamete kadar devam edecek ise saf sinelere, parlak kalplere, yüce kişilere Allah'ın ilhamı da aynen devam edecektir. Mesnevî'nin sonunda okunması âdet olunan dörtlükteki ifade "Vahy-i Hakk" yerine "İlham-ı Hakk" olsa idi bu münakaşalar olmazdı. Olmazdı ama Mesnevî'deki ilâhî gerçekler ve Hazret-i Mevlânâ'nın yüceliği de tam mânâsı ile anlatılamamış olurdu. Buradaki Vahy-i Hakk kelimesini İlhâmât-ı Rabbânî, Allah'ın lütfettiği doğuşlar olarak doğru anlamalıyız. Gayrisi yanlıştır, iftiradır. Hazret-i Mevlânâ, Hakk'ın lütfü ile Hakkın hakikatini anlatmıştır Mesnevî-i Şerifinde.

15 Haziran 2008 Pazar

Kendinde gam hissedince hemen istiğfar et


Mevlâna der ki: Kendinde gam hissedince hemen istiğfar et

Mevlânâ Mesnevi’sinde; “Zulmetten, gamdan, kederden sana her ne arız olursa, onun sebebi kayıtsızlık ve küstahlıktır.” diyor.
Günümüzde insanlarımızın en büyük dertlerinden biri de can sıkıntısı. Yediden yetmişe kadar her kesimden duyabileceğimiz sözler: “Benim canım çok sıkılıyor, ne yapmam lazım?”
İnsanın bazen kalbinde bir sıkıntı, huzursuzluk doğabilir. Bu durum kimi zaman kısa sürer. Bazen de hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gelir insana. O anları yaşarken sebebini kendimize de sorarız; ama cevabını bulmakta zorlanırız. İşte bu gibi durumlarda sevgi ve aşk sultanı Mevlânâ, sıkıntının reçetesini şu güzel beytiyle bizlere sunuyor:
“Kendinde gam hisseyleyince hemen istiğfar et. Gam emr-i ilahi ile müessir olur.” der.
Mevlânâ, sıkıntının çoğaldığı, içimizi bir huzursuzluğun kapladığı, sanki kara bulutların bizim üzerimize akın ettiği zamanlarda samimi, ihlaslı bir gönülle günahlarımıza tövbe etmeye çağırıyor. Ruhumuzu yoran, inciten günahlar bize bir sıkıntı olarak geri dönüyor. İlacın ise ancak sıdk içinde tövbe etmekle olacağını söylüyor.
Yunus (aleyhisselam), balığın karnında karanlıklar içinde kalınca bu hale düşmesinin sebebini Allah (celle celaluhu)’tan izin almadan kavmini terk edişinde bulur. Kendini Rabb’ine karşı suçlu hisseder. O haldeyken bütün karanlık ve zulmeti nuruyla aydınlatacak olan Allah’a (celle celaluhu) sığınır. Onun yüce adını dili ve gönlüyle zikr eder. Onun güzel isminin nuruyla aydınlanır, balığın karnından kurtulur, felah bulur.
Rasûlullah (sallalllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Yunus’un balığın karnında iken yaptığı duâ olan: ‘La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.’ Senden başka ilah yoktur. Sınırsız kudret ve yüceliğinle Sen, her şeyin üstündesin, doğrusu ben yapılması gerekeni yapmamak suretiyle kendime haksızlık edenlerdenim.’ (Enbiya, 87) Bu duâyı herhangi konuda yaparsa Allah onun duâsını mutlaka kabul eder.” (Tirmizî, Deavât, 82; Ahmed b. Hahbel, el-Müsned, nr. 1383)

14 Haziran 2008 Cumartesi

Yâ Hazreti İnsan




Eğer bir gün dünya seni sıkarsa,

Rabbine dönüp “benim büyük bir sıkıntım var” deme.

Sıkıntına dönüp “benim ne büyük bir Rabbim var” de!


İşte Hazreti Pir Mevlâna (ks) dilinden, siz canların hâlisâne gönüllerinden çıkan, amin hitamına müştak niyazımız:
Ey arslanlar yaratan Allah'ım!

Eğer, biz bir köpeklik etti isek, nefs-i emmâre arslanını pusudan çıkarıp, üstümüze saldırtma.
Aslında bize mânevî kuvvet veren, hoş, tatlı su gibi olan ibâdetlerimizi, iyiliklerimizi, yapılması zor, ateş gibi yakıcı gösterme.

Hakîkatte ateş olan ve bizi felâkete sürükleyen günahlarımızı, dünya sevgisini de, bize hoş, latîf su gibi sevdirme...

Allah'ım!

Sen, bizi, dünya sevgisi ile sarhoş eder de âdetâ, kahır şara­bından mestlik verirsen, aslında yok olan şeyleri, dünya ziynetlerini var­lık sûretine büründürür, var gibi gösterirsin.

Allah'ım!

İlâhî yardımının, merhametinin sembolü olan "mâ-i tahûr"u, o tertemiz suyu serp de şu günahkâr dünyanın gaflet, cehâlet ve sapıklık ateşi tamamiyle nûr kesilsin ve günahkârlar kurtulsun.


Ey cümle halkın maksudu, al gönlümü senden yana, ey külli şeyin mevcudu, al gönlümü senden yana

Budur yüreğim yâresi, gitmedi yüzüm karası, ey bi-çâreler çâresi, al gönlümü senden yana

Nefs elinden âvâreyim, hırs elinden bî-çâreyim, gayrı kime yalvarayım, al gönlümü senden yana

Kurtar nefsin belâsından, can bu lutfu bula senden, n'ola ihsân ola senden, al gönlümü senden yana

Gözlerimi giryan eyle, hem ciğerim biryan eyle, esrârına hayran eyle, al gönlümü senden yana

Ümmi Sinân der: Yaradan, kaldır perdeyi aradan, kurtar bizi bu yaradan, al gönlümü senden yana

ATEŞTEN AŞK DENİZLERİNİ MUMDAN KAYIKLARLA GEÇMEK




Yine yola düşmek gerek, hasretin yaman efendim
Köz oldu sinede yürek, ah duman duman efendim
Düşse aslından uzak her kim ki vah,
Bekler ağlar der ki; vuslat vakti âh!
Sen beni uyandırdın, aşkınla hep yandırdın, vuslatınla kandırdın canıma can efendim.
Ve bir Şeyh Galip Dede (1752-1799) geçti alemden ki şiir yazmak için "ateşten aşk denizlerini mumdan kayıklarla geçmek" buyururdu
Belki canlara da bir kısmet nasib olur, hayra vesile olur diye işte böyle bir aşk denizinden altın damlalardır bu ikramımız;

1. Efendimsin cihânda i'tibârım varsa sendendir / Miyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir
2. Benim feyz-i hayâtım hâsıl-ı rûh-ı revânımsın / Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir
3. Veren bu sûret-i mevhûme revnak reng-i hüsnündür / Gülistân-ı hayâlim nevbâharım varsa sendendir
4. Felekden zerre mikdâr olmadım devrinde rencide / Ger ey mihr-i münîr âh u zârım varsa sendendir
5. Senin pervâne-i hicrânınam sen şem'-i vuslatsın / Be-her şeb hâhiş-i bûs u kenârım varsa sendendir
6. Şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dâğdır sinem / Çerâğ-ı türbetim şem'-i mezarım varsa sendendir
7. Gören sergeştelikde girdâb-ı dest zann eyler / Fenâ-ender-fenâyım her ne varım varsa sendendir
8. Niçün âvâre kıldın gevher-i gaitanın olmışken / Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir
9. Şafak-tâb eyledin peymânemi hûnâb ile sâkî / Sabâh-ı sohbet-i meyde humarım varsa sendendir
10. Sanadır ilticâsı Gâlibin yâ Hazret-i Mevlâ / Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir
İZÂHAT (Bu kısım idrak etmede söze muhtaç olanlar içindir. Sözsüz idrak edenlerin söze ne ihtiyacı kalır.
İdrak edebilen için bu yerlerin, göklerin hepsi sözdür. Hafif bir sesi duyana, bağırıp çağırmaya ne lüzum var...)


1. Sen benim Efendimsin, benim bu cihanda itibarım varsa sendendir. Aşıklar arasında bir şöhretim varsa yine sendendir.
2. Benim hayatımın bereketi, akıp giden ruhumu ortaya çıkaran sensin. Eğer ömrümde bir kazancım varsa senin sayendedir.
3. Bu vehmi; hayal ürünü olan şekle parlaklık ve canlılık veren senin güzelliğinin rengidir. Hayalimin bir gülbahçesi, ilkbaharım varsa bu senin ihsanındır.
4. Devrinde felekten zerre kadar incinmedim. Ey nurlu güneş! Eğer ah edip ağlıyorsam senin için ağlıyorum.
5. Sen kavuşma mumusun. Ben ise senden ayrı kaldığımdan sana kavuşmak için bir pervane gibi senin etrafında dönüyorum.
Her gece sana kavuşma arzusuyla dolup taşıyorum fakat bu da yine senin sayende olmaktadır.
6. Aşkının şehidi oldum. Göğsüm yaralarla lâle bahçesine döndü. Eğer kabrim nurluysa, aydınlıksa, karanlıklardan kurtulmuşsam bu da senin sayende olmuştur.
7. Beni başı dönmüş, başıboş gören, bir çöl girdabı sanır. Yoklukta yok olmuşum. Dünyada da ukbada da neye sahipsem, hepsi sendendir.
8. Senin yuvarlanan incin olmuşken beni niçin avare bir hale getirdin..? Gönlümün aynasında bir toz parçası varsa bu da yine sendendir.
9. Sâkî! Gözyaşlarıyla kadehimi parlattın. İçki sohbetinin sabahında bir türlü kendime gelememişsem senin yüzündendir.(Sohbet toplantısı Elest toplantısıdır. Bu toplantının sabahı da insanın dünyaya gelmesidir. Elest toplantısındaki sarhoşluk ise ilahi aşkla kendinden geçmesidir).
10. Ey Rabbim, ey benim Mevlâm! Galib'in ilticası (sığınması) sanadır. Benim eğer iftihar edeceğim, övüneceğim bir şeyim varsa, bu da bana, senin lütfundur.

Söze can veren; “Aşktan başka söz incisine yer var mı?” diyen âşıklardandı,
Sultan III. Selim'in "Pamuk Şeyhim" dediği Şeyh Gâlib Dedemiz.

Mâlum insanoğlu kulağından hamile kalır, mâna tohumları ruh iklimine kulak penceresinden süzülür.
Dedenin bu gazelindeki sırr-ı manayı, aşkı Mevlana'ya
Hacı Fâik Bey'in, Acem makamındaki Ağır Semai bestesi vardır.

Vakt-i şerif, Cuma, ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola, Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah, Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . . Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş; Yüksek müsaadelerinizle
Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da huzur bulasınız efendim

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...