15 Temmuz 2020 Çarşamba

Ayasofya-ı Kebir

Nihayet hasret bitti. 1934 yılından beri tam 86 yıldır, merhum Necip Fazıl üstadın ifadesiyle “Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin, kapısını mühürlediği” Ayasofya,   24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının, Danıştay 10. Dairesi tarafından iptal edilmesiyle tekrar cami kimliğine kavuşarak, “Ayasofya-ı Kebir” adını aldı elhamdülillah. Vesile olanlardan Allah razı olsun.
İstanbul’un Fethinin sembolü olan Ayasofya, “cumhuriyetin tosuncukları” tarafından 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilip mahzunlaştırılmıştı. Ayasofya bu mahzunluğu yaşarken, bundan 55 yıl önce merhum Üstat Necip Fazıl Kısakürek, ümitvar bir şekilde gençlere Ayasofya’nın açılacağı ile ilgili şöyle demişti:
Gençler! Bugün mü yarın mı bilemem. Fakat Ayasofya açılacak. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilir. Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar zincire vurulmuş, kan revan içinde masumlar gibi ağlaya ağlaya, üstünü başını yırta yırta onun açılan kapılarından dışarıya vuracak. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik etmiş sanılan kötülerle, kötülük etmiş sanılan iyilerin gizli dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçirilecek.”
İşte o gün geldi, zaman ve zemin müsaitleşti, taşlar yerine oturdu, Ayasofya’nın zincirleri kırıldı ve özgürlüğüne kavuştu. Mahzunluğu sona erdi, eski onur ve görkemine kavuştu. Ayasofya’nın açılışı, sıradan bir cami açılışı değildir. Bu, fethin ve egemenliğin yeniden ilanıdır. Bu günleri gösteren Rabbimize binlerce hamdolsun.
Erbakan hocamız “Ayasofya, Hakkın bâtıla galebesinin sembolüdür” demişti. “İstanbul bir gün fethedilecek. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” peygamber müjdesine nail olan Fatih Sultan Mehmet’in, Bizans’ı dize getirerek o gün, Hakkı bâtıla galip kılmasının simgesi olmak üzere Ayasofya’yı camiye çevirmişti. Fakat Olimpos Dağının Bizans artığı çocukları 86 yıl bizi bu sembolden mahrum bıraktı. Sonunda Fatih’in muktedir torunları, âdetâ yeniden fetih ilan etti ve Ayasofya’yı özgürleştirdi. Bu yeni fetih, doğal olarak dünyanın müstekbir ve emperyalist güçlerini de ayağa kaldırdı. Zaten ayağa kalkmasalar abes olurdu.
Evet, bu yeni fetih, Müslüman âlemi sevince boğarken İslam karşıtı dünyayı da hayli üzdü.
Ayasofya ile ilgili gelişmeleri yakından takip eden Yunanistan, karara ilk tepki gösteren ülkelerden oldu. Yunan hükümeti kararı “medeni dünyaya karşı bir provokasyon” olarak tanımladı.
Kültür Bakanı Lina Mendoni yaptığı açıklamada, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı milliyetçilik, ülkesini 6 asır geriye götürüyor” dedi. Ayrıca Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Twitter’dan yaptığı paylaşımda, Danıştay’ın kararının, Atatürk tarafından alınan 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararına, dünya kültür mirasına ve UNESCO’ya karşı bir “meydan okuma” olarak değerlendirdi. Kıbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Nikos da Yunan’ın dilini kullandı.
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Salenberg; “Karardan dolayı derin üzüntü duyuyoruz. Bunu anlayabilmemiz mümkün değil. Tüm din ve kültürlerin buluşmasını sağlayan müze sisteminin ortadan kaldırılması, Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştıran bir diğer adım” ifadelerini kullandı.
Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Ayasofya’nın güçlü bir sembolik, tarihsel ve evrensel değere sahip olduğunu vurgulayarak, Danıştay’ın kararını “üzüntüyle” karşıladıklarını dile getirdi…
Üzülenler ve kahrolanlar listesini uzatmayacağım. Bunları anlarız. Cibilliyetlerinin, İnanç ve kimliklerinin gereğini yapıyorlar. Bu karara bunların sevinmesini beklemek, akrepten bal yapmasını beklemek kadar abestir. Yüce Allah “Sen onların dinine/dünya görüşüne/hayat tarzına girmedikçe Yahudi ve Hristiyanlar asla senden razı olmazlar” (2Bakara:120) buyurmak suretiyle onların tıynetini, mayasını, cibilliyetini bize anlatıyor. Dolayısıyla onları bu yönüyle anlarız da bizim anlamadığımız yerli Yunan, Fransız, Alman, İngiliz ve Amerikalılardır. Bunlar Hristiyan kuşu mudur yoksa Müslüman kuşu mudur? anlamış değiliz. Hani bir kuş kilisenin haçına pisleyince, bunu gören papaz “Ey kuş! Hristiyan kuşu musun Müslüman kuşu musun? Müslüman kuşu isen kilisede işin ne? Hristiyan kuşu isen haçı niye kirlettin?” demişti ya, bizim yerli Hans’laşmış Hasanlar, Josef’leşmiş Yusuflar, Moşe’leşmiş Musalarımız da işte böyle. Hristiyan kuşu mu Müslüman kuşu mu? Saflarını netleştirseler. “Camiye saygımız var ama Ayasofya dünya mirasıdır, Hristiyanları karşımıza almayalım, Batıya efelenmeyelim” diye kompleksli ifadeler kullanan bu yabani ayrık otları, dinî ve millî değerler söz konusu olduğu zaman “ama’lı, fakat’lı, ancak’lı” cümleler kullanarak kimin çocukları olduğunu haykırıyorlar. Merhum bilge insan Cemil Meriç’in ifadesi ile bu mücadele, “Olimpos Dağının çocukları ile Hıra Dağının çocukları” arasındaki mücadeledir. Yani Habil ve Kabil’den beri süre gelen Tevhid ve şirk mücadelesidir.
Geçmişinde camileri ahır yapan bir zihniyetin çocuklarından, Ayasofya’ya sahip çıkmasını beklemek safdillik olur.
Ayasofya’nın özgürlüğüne kavuşup Fethin simgesi olma vasfını tekrar elde etmesine diş gıcırdatanlar, içlerine bir türlü sindiremeyip kin tutanlara, Kur’an ifadesiyle diyecek tek sözümüz vardır: “Kininizle geberin.”
Artık Ayasofya’ya bilet alarak değil, abdest alarak gireceğiz. Onu garip bırakmamak da bizlere düşmektedir. Eğer cemaatsiz bırakırsak, o ayıp da bize yeter. Haydi hayırlısı.

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...