21 Kasım 2018 Çarşamba

Güllerde Aradım Seni...


Güllerde Aradım Seni...

Kâinatı bin bir güzellikler ile yaratan Allah azze ve celle, nurundan bir gül halk etti… Güzelliklerin sahibi; nakış nakış tevhidi işledi onun yapraklarına, dallarına…

Rahmet suyunu, o gülünün üzerine cömertçe serpti. Şefkat, merhamet, sevgi, güzellik hazinelerinin kapılarını açtı, “Al Ya Muhammed!” dedi. “Zira benim hazinem eksilmez, verdikçe çoğalır.”

Öylesine açıldı ki o gonca gül, Rabbin aşkıyla boy verdi, yüceldi. Tevhid kokulu o gül, küf tutmuş şirk kokusunu temizledi bu âlemden.

Zira o bir âyineydi, Âlemlerin sahibinin isimlerine en güzel bir âyine…

Sevdik Muhammed aleyhisselatuvesselamı bize Rabbimizi tanıttırdı diye, onu bize sevdirdi diye.

Hakikati bilen dil ne güzel ifade etmiş:

''Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim
Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim."
(1)

Kâinat hep onunla tevhid koktu. Yüceldi, yücelti kendisiyle beraberinde olanları. Ulaşılmaz biz zirveden seslendi insanlığa, Rabbin inayetiyle.

''İnsanlığın burcunda en zirvesin, kemâlsin
Ördün vahiy peteğin kutsal yüke hamalsın
Sen misin O, O mu sen, Kur’an ile hem hâlsin?
Öyle farklı ki reyhan balda aradım seni.''
(2)

Zaman şaşkına döndü, mevsimler mest oldu onunla. Artık bülbüller konuşmaz oldu, o gülü görünce. Güneş hicaba büründü. Zira o güneşin değil, Rahmetin sahibi olan Zat-ı Zülcelal’in arşının zıllinde açıldı. Kokusu gül, nefesi gül, sözleri gül, beldesi gül. Gül şehrinin solmayan gülü, GÜL-Ü MUHAMMED aleyhisselatü vesselam…

Nakış nakıştır, sırlar ile doludur bu âlem…

Nice esrarlı gözler dokundu bu âleme. Kimi bakarken görmedi. Kimileri gördü de bilmedi. Kimileri bildi; ama anlam veremedi. İşte sır dolu bu âlemin muammasını, tevhid kokulu bir gül, rahmet üzere açtı. Zira açıldıkça sırlar da açıldı. Boy verdikçe, âlem de sırlarını verdi. Bilinmeyen ne varsa, onun ile gizlerini gözlere serdi.

Zira âlem mest olmuştu. Hakiki maşukun, aşkıyla böylesi bir yanışı ilk defa görmüştü âlem. Nice güller açmıştı bu âlemde. Her birinde ayrı bir rayiha, ayrı bir güzellik vardı. Ayrı bir desenle işlenmişti, tevhid üzere. Ama bu gül gözün gördüğüne değil, görünen, görünmeyen âlemlere gelmiş, kokusunu salmıştı. Değil âlem, onun ile âlemler mest olmuştu. Şahidi sadece bedenler değil, cesedi nurdan olanlar ve her şey… Kimi zaman kuru bir kütük, kimi zaman hay olup dili olmayanlar şahitlik etti o güle.

Gören âşık oldu, görmeyen âşık oldu. Zira aşkın sahibi “HABİBİM” dedi ona. Sevgili oldu, sevginin, güzelliklerin sahibi olan Rahman'a…

Nice âşıklar yandı aşkıyla. Her yerde onu aradılar. Kimi zaman yıldızlardan sordular, kimi zaman güneşten, aşk diyarlarından sordular. Onun için candan, canandan geçtiler. Zira asıl Cananı tanıttırmıştı bize. Rabbimizi, Halık’ımızı bildirmişti bize.

Rahmete giden yolun rehberi olmuştu bize. Böylesi bir rehberi bulmak necat değil mi? O eli tutmak: Rabbin huzuruna gitmek, Cemalullahı görmek demek değil mi?

''Yoldayken yol aradım akıl için yol birken
Nasıl oldu şaşırdım önde rehberim varken
Yitiği yitik yerde aramam gerekirken
Yeşili şaşı gördüm alda aradım seni.''
(3)

Aradılar yıllar boyu. Onun her bir sünneti bir adım daha yaklaştırdı onları, bizi, ona. Sünnetten uzak kalmak demek, ondan uzak kalmak değil mi? Gönülleri mest eden o tevhid kokusundan mahrum kalmak demek değil mi?

''Rûz-i elestten beri koku saçan bir gülsün
Refik-i âlâ diye Hakk’a uçan bir gülsün
Onca dikene rağmen çölde açan bir gülsün
Kokun mu gül, ten mi gül; gülde aradım seni?''
(4)

Yananlar anladılar ve onun için öylesine tutuştular ki, ciğer kebap oldu. “Nasıl bir aşk bu, nasıl bir sevgi bu? Yıllardır yanarım ama bu ateş beni bile yakar oldu” diye, aşıklar öylesine haykırdılar ki aşklarını, sözler, kelimeler, harfler saklanacak yer aradı. Hicabın en kalın perdelerine büründüler.

Zira ona âşık olan onun izine düşmüştü, her şeyden geçerek. Kimi zaman üveysi bir eda, kimi zaman “anam, babam her şeyim sana feda” deyip gönülleri titreten, arşı delip geçen bir sada olmuştu, o güle karşı aşk. Bazen en zor düğümler çözülürken. O gülün aşkı kör düğüme dönmüştü gönüllerde. Gül Muhammed...

''Dermek üz’re gülünü girsem İrem bağına
Vahyi koklamak için çıksam Hıra dağına
Belki dokunur diye ayağım ayağına
İzine basmak için çölde aradım seni.''
(5)

Ey solmayan gül! Bilmese de akıl, hissetmese de gönül, aslında her arayış, tevhid kokan ve rahmetin timsali olan seni; yani Rabbin şefkat kokulu gülünü arayıştır. Aslında bütün hasretler, bekleyişler, özlemler sensin. Zira tevhid kokulu rayihan estikçe, gönüller hale hale ışıklara gark oluyor. Tatlı bir tebbesüme dönüyor bütün sancılarımız. Kokun gül, tenin gül, özün gül, sözün gül...

ALLAH-U EHAD, ÜMMETİN GÜLÜ MUHAMMED!

DİPNOT:

1-Risale-i Nur Barla Lahikası, (98. Mektup)
2,3,4,5-Hanifi Kara-Gel ki Gül Koksun Dünya Şiir' inden

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...