22 Temmuz 2009 Çarşamba



Alın herşeyi kalmasın tek bir dirhem bende… Alın gidin ötelere ben burada kalmak istiyorum… Tam burada anlımın bayram ettiği yerde, öylece secdede kalmak… Ne saz ile nede söz… Yalnızca O’nunla kimsesiz, yalın ve tüm benliğim ile samimi…
Geçen yıllar ne güzel… Adım adım gidiyorum işte O’na saniye saniye, an be an O’na gidiyorum! Bekliyor beni de çok iyi biliyorum..
Gel diyor…Geliyorum Ya Rabb!Geliyorum Mevlam…Geliyorum Sevgilim…Geliyorum Sevdiğim Geliyorum beni benden çok seven Canan geliyorum Sana…
Tüm günahlarımla, tüm hatalarımla, tüm suçlarımla geliyorum dizinin dibine Affet..
Boynum bükük geliyorum Sana!
Sen beklersin bir tek bu yollarımı sen bilirsin benden emin beni.
Ötesi yok bu alemde senden gayrısı “Hiç”…
Konuşmalarım “Hiç”…
Susmalarım “Hiç”…
Gelmelerim gitmelerim ne var sa “Hiç”…
Kazandıklarım kaybettiklerim ne varsa “Hiç”…
Bakii olan beni bulan Sensin!Ötesi…
“Hiç”
Ötesi yok…
İşte Mevlam görüyorsun yine ve yineden ve her an burdayım gözleri yaşlı dizlerinin dibindeyim… Gidemem ki ayrılamam buradan, gitmemide asla istemezsin bilirim… Allah’ım ayırma beni dizlerinin dibinden Atma “Hiç” lerin içine beni… İstemem Cennetini çok görme Cemalinden beni… Ne verdiğin nefese yeter şükrüm neden gördürdüğün bu güllere… Ben aciz.. Ben fakir…
Ben bi çare dizlerinin dibindeyim işte.. Kabul et Ya Rabb sana bir “Hiç” ile geldim…

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Kıldığımız namazlar namaz mı?



Kıldığımız namazlar namaz mı?


Eksiksiz ve kusursuz bir namazın on işareti vardır.

Birinci işareti müşahededir. Yani Hakk’ın cemalinin karşısındaymış gibi, Kâbetullah’ın kapısının önündeymiş gibi, oraları görerek kılmak. Buna ‘göz nuru’ mertebesi deniliyor. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi: Bana dünyadan üç şey sevdirildi: kadın, güzel koku ve gözümün nuru namaz.

İkincisi Rububiyyet’in latif kokularını hissetmek. Bizim yaptığımız gibi başkalarının çorap veya ter kokularını koklamak değil, namazda cennet kokularını hissetmek.

Üçüncüsü namazda göğsün genişlemesi, ferahlamasıdır.


Dördüncüsü tenimizin yumuşamasıdır.


Beşincisi kalbimizin mutmain olmasıdır, emin olmasıdır. Her türlü korku ve endişeden arınmasıdır.


Altıncısı kafamızın rahatlığıdır, aklımızda rahatsız edecek hiçbir konunun bulunmayışıdır.


Yedincisi ruhumuzun rahatlamasıdır.


Sekizincisi Allah’ın büyüklüğü karşısında titremedir.


Dokuzuncusu Allah’a yakarıştır.


Onuncusu ise selam verdiğimizde Hakk’ın selamımızı aldığını işitmemizdir.

Peki bir namazda bunlar olmazsa ne olur? Ne olacak, sahibi sorumluluktan kurtulur, sadece o kadar.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

SAKANIN EŞEĞİ İLE ARAP ATLARI

SAKANIN EŞEĞİ İLE ARAP ATLARI
(Mesnevî, Cilt 5, beyit nu: 2360-2381)

Bir saka[1] vardı, bir desırtı mihnetten çember gibi iki büklüm olmuş eşeği. Sırtında, ağır yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe âdeta âşıktı, ölümünü arayıp duruyordu. Arpa nerde, kuru otu bile bulamıyor, onunla bile karnını doyuramıyordu. Bir yandan sırtında yara vardı, bir yandan da sahibi demir bir şişle onu nodullayıp[2] duruyordu.
İmrahor
[3], onu görüp acıdı. Eşeğin sahibiyle dostluğu vardı. Ona selâm verdi, “Bu eşek neden böyle dal harfi gibi iki büklüm olmuş?” diye sordu.
Adam, “Benim yoksulluğum, benim kusurum yüzünden, bu ağzı dili bağlı mahlûk yiyecek saman bile bulamıyor” dedi.
İmrahor dedi ki;“Sen birkaç günlüğüne onu bana ver de padişahın ahırında kalıp beslensin, kuvvetlensin”.
Adam, eşeği o merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı. Eşek, her yanda tavlı, semiz, güzel ve taze Arap atlarını gördü. Ayak bastıkları yerler süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da. Atların tımarını da görünce, başını göğe kaldırdı da dedi ki; “Ey yüce Allah’ım! Diyelim ki ben bir eşeğim, ama senin mahlûkun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım? Geceleri sırtımın acısından, karnımın açlığından her an ölümümü istiyorum. Bu atların hâlleri ise böyle mükemmel, gıdaları yerinde. Peki, neden azap ve belâ yalnız bana mahsus?”.
Derken, ansızın savaş koptu. Arap atlarına eğerler vurulup savaşa sürdüler. Onlar, düşmandan oklar yediler. Her yanlarına temrenler
[4] saplandı. Savaştan geri dönebilenlerin hepsi de perişan bir hâlde ahıra düştüler. Ayakları sağlam iplerle mükemmel bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizildi. Hançerlerle atların bedenlerini yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.
Eşek bunları görünce dedi ki; “Ya Rabbi! Ben yoksulluğuma ve sağlığa razıyım. O güzel gıdaları da istemem, o çirkin yaraları da. Afiyet dileyen, dünyayı terk eder”.


AÇIKLAMALAR

1. Ders: Dünya Hayatı İmtihan Yeri

Dünya hayatı, bir imtihan alanıdır. Karşılaşılan nimetler de musibetler de, iyilikler de kötülükler de birer imtihandır. Yüce Allah, Hikmetli Kur'an'ında şöyle buyurmaktadır: "Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, Ancak bize döndürüleceksiniz." (21/Enbiya suresi, 35. ayet)
Hz. Mevlana, "Her nimetin bir gamı vardır" sözü ile hikayeye giriş yapmıştır. Sahip olunan her nimetin gamı, her dünyalığın (mal, makam, mevki vs.) külfeti, mihneti ve imtihanları vardır. Sahip olunacak nimet, beraberinde imtihan olmayı getirir. Fakirlik ve zenginlik, Allah'ın iki imtihan vâsıtasıdır; bunlarla kullarını şükür ve sabır hususlarında imtihan etmektedir.
Müminin hayatı sabır ile şükür arasında cereyan eder. Efendimiz konuyu şöyle açıklamıştır: “Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevindirici bir hal isabet ederse, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64. Riyazu's-Salihin, hadis nu: 28)

2. Ders: Belaya Sabretmek

Dünya hayatındaki imtihanlar karşısında müminin sabretmesi gerekir. Sabır, mümin kişinin günahlarının dökülmesine vesiledir. Sabır aynı zamanda, altının ateş içerisinde saf hale gelmesi gibi, mümini saf, kaliteli hale dönüştürür. Yüce Allah buyurur:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman ‘Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz’ derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır.” (2/Bakara, 155-157)
Peygamberimiz (sav) sabır hususunda şöyle buyurmuştur:
"Hiç kimseye, sabırdan daha değerli ve daha büyük bir iyilik verilmemiştir." (Buhari, Rikak 20; Müslim, Zekat 124)
“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.” (Buhârî, Merdâ 1. Riyazu's-Salihin, hadis nu: 40)“Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhârî, Merdâ 1, 3; Müslim, Birr 49. Riyazu's-Salihin, hadis nu: 38)“… Allah, ayağına batan bir diken veya başına gelen daha büyük bir sıkıntıdan dolayı müslümanın günahlarını bağışlar. O müslümanın günahları ağaç yaprakları gibi dökülür” buyurdu.” (Buhârî, Merdâ 3, 13, 16; Müslim, Birr 45. Riyazu's-Salihin, hadis nu: 39)“Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını da, kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye, dünyada vermez.” (Riyazu's-Salihin, hadis nu: 44)“Mükâfâtın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rızâ gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rızâ göstermezse, Allahın gazabına uğrar.” (Tirmizî, Zühd 57. Ayrıca bk. İbnî Mâce, Fiten 23. Riyazu's-Salihin, hadis nu: 44)

3. Ders: Allah'ı Şikayet Etmemek

Eşek, halini ve şikayetini Allah'a arz etmiştir. Başa gelen bela ve musibetler sebebiyle kişinin durumunu “Allah’a şikayet etmesi” başka, “Allah’ı (başkalarına) şikayetetmesi” başkadır. İlki mazur görülebilir, caizdir; ikincisi ise Allah'a bir tür isyandır.
Eşeğin niyazı sebebiyle Allah ona işin hakikatini, niçin öylesi bir yaşantıya sahip olduğunun hikmetini kendisine müşahede ettirmiş, böylece eşek halini "Allah'a şikayet"ten, "Allah'a şükre" yöneltmiştir.
Nitekim Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Kime bir geçim darlığı gelir de o kimse bu geçim darlığını insanlara arz edip kapatmaya çalışırsa, o kimsenin ihtiyacı kapatılmaz. Kime de bir geçim darlığı gelir de bu sıkıntısını Allah’a arz ederse, Allah er veya geç ona yardım eder.” (Tirmizi, Zühd 18, hadis nu: 2326. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, hadis nu: 1645; Ahmed, Müsned, I, 407, 442)

4. Ders: Nimete Şükretmek

Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir.Şükür, nimeti artırır. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!” (14/İbrahim suresi, 7. ayet)“Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.” (31/Lokman suresi, 12. ayet)

5. Ders: Sabrı ve Şükrü Sağlayan Bakış Açısına Sahip Olmak

Yüce Allah, zikir-şükür-sabır-namaz-İlahi yardım arasındaki bağantıyı şu ayette açıklamaktadır:
“Öyle ise siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin! Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (2/Bakara suresi, 152-153. ayetler)Müminin hayatı sabır ile şükür arasında cereyan eder. Peygamber Efendimiz konuyu şöyle açıklamıştır: “Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64. Riyazu's-Salihin, hadis nu: 28)
Kişi, üzerindeki Allah'ın ihsan ettiği nimetlerin farkına varmak, şükretmek, nankörlük etmemek için, dünyalık açısından kendinden yukarıdakilere değil, aşağıdakilere bakmalıdır. Çünkü yukarıdakilere bakış; hırs, haset, isyan ve nankörlüğe yol açar. Aşağıdakilere bakış ise; sabır, şükür ve yardımseverliğe vesile olur.
Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “(Dünyalık bakımından) kendinizden aşağı olana bakınız. Sizden üstün olanlara bakmayınız. Elinizde olan nimeti hor görmemenize en uygun olanı budur.” (Buhari, Rikak 30; Müslim, Zühd 8)
“İki haslet vardır. Bunlar kimde bulunursa, Allah onu şükredenler ve sabredenler arasına yazar: Din hususunda kendinden üstün olana bakıp ona uymak, dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah’ın kendine vermiş olduğu üstünlüğe hamd etmek. İşte böyle olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de din konusunda kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemeyeceğine üzülürse Allah onu şükreden ve sabreden olarak yazmaz.” (Tirmizi, Kıyamet 59)

6. Ders: Rıza Makamı

Kişi eğer mümin ise ve Allah'a açıkça isyanı yoksa, içinde bulunduğu durum kötü gibi de görünce, bu durumu Allah'ın iyiye, hayra tebdil etmesi, hayra vesile kılması umulur. Nitekim Yüce Allah, Hikmetli Kur'an'da şöyle açıklar: “Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2/Bakara suresi, 216. ayet)
Allah, mümin kulunun hayrını diler. Kul, zahire baktığında bu hayrı göremese de başa gelenin hakikatinde, kulun hayrının murad edilişi vardır. Peygamberimizin naklettiği kudsi hadiste Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Kullarımdan öyleleri vardır ki onun îmânını ancak fakîrlik ıslah eder. Eğer onu zengin kılsaydım, bu zenginlik onları ifsâd edecekti. Yine kullarımdan öyleleri de vardır ki onun îmânını ancak zenginlik ıslah eder. Eğer onları fakîr kılsaydım, bu (fakîrlik) onun îmânını ifsâd edecekti.” (Haris Muhasibi, Risaletü'l-müsterşidin; Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 318; Beyhakî, el-Esma ve’s-sıfat, II, 251-252; İbn Ebi’d-Dünyâ, Kitâbu’l-evliya, s. 28) Bu durum hastalık ve sıhhat için de böyledir.
Tasavvufta, "rıza" makamı, kulun Allah'tan, kaderinden razı olması halidir. Genelde rıza, hüküm ve kazaya itirazda bulunmamayı ifade eder. "Kahrın da hoş, lutfun da hoş" sözü bu makamda dile gelir. Ancak bazı durumlarda, kazaya rıza gerekmez. Mesela ortaya şekavet (kötülük ve günah işlemek) gibi bir kaza çıkarsa, buna razı olmak icabetmez; bilakis, razı olmamak, boyun eğmemek gerekir.
Rıza makamına ulaşmak kolay değildir. Ham bir mümin kuldan rıza makamına has davranışlar ve yaklaşımlar beklemek isabetli olmaz. Bu makama ulaşmak, bir mürşid-i kamilin nezaretinde manevi terbiyeden geçmeye bağlıdır. Her mü’min bu yolda gayret göstermelidir.
Gayret bizden, Tevfik Allah’tandır.


[1] Saka: Ücretle su taşıyan, su taşıyarak geçimini sağlayan kimse. “Saka beygiri” deyimi, çok uğraşıp didinen ve yorulan kimseleri tarif için söylenir.
[2] Nodullamak (modullamak): Ucunda sivri demir bulunan bir değnek (üvendire) ile hizmet hayvanını dürtmek. (mec.) Sertçe ikaz etmek.
[3] İmrahor (Emir-i ahur): Padişahın ahır âmiri.
[4] Temren: Mızrak, ok vb. şeylerin ucunda bulunan batıcı/delici sivri parça.

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...