31 Ekim 2009 Cumartesi

Kini atıp cân bulana,

Biz onların gönüllerinde kinden (hasetten ne varsa tümünü) çıkardık, artık onlar köşkler üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir. [Hicr:47]

Oldur beni bensiz koyan, hem ben O'yum bu ben neyim!

İşte bu bana yük olan Olup KEMALe ermeme mani, kin ve hased nasıl bir illettir ki cennete erdiğimizde dahi gönlümüzden sökülüp çıkarılmasına muhtacız yüzlerimize bakabilmek için... Hak Teala, dünyada birbirinden incinmiş ve birbirine kin beslemiş olan müminlerin kalplerinden o kini çıkaracak ve müminler, kardeş olarak sohbet edeceklerdir. Bu cennet tasvirindeki karşı karşıya oturma bize Mevlevîlikte SEN yerine kullanılan NAZARIM hitabını çağrıştırıyor ki bu yolda nazarın, yâni bakışın büyük bir ehemmiyeti vardı. Canlar karşılaştıklarında birbirlerinin yüzlerine ve kaşlarının aralarına bakarlardı. Aynı zamanda "karşımdaki, benim nazarım olur, ben de ona nazar kesilirsem birleşmiş oluruz ki bu takdirde birlik bir kelimeden sıyrılıp hale ermiş olur." Sırrınca hikmetli bir bakıştı bu.

"Zandan sakınınız. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun." [Resulu Kibriya aleyhi ekmelittehaya]

Bir fili, su içsin diye bir su kaynağına götürdüler. Fil, kendini suda görüyor, başka bir fil var sanıyor, ürküyordu. Bilmiyordu ki kendinden ürkmededir. Zulüm ediş, kin güdüş, haset, hırs, insafsızlık,ululuk gibi bütün kötü huylar, sende oldu mu incinmezsin. Fakat bunları bir başkasında gördün mü ürkersin, incinirsin. Bil ki kendinden ürkmedesin, kendinden incinmedesin. İnsan, kendi kelliğinden, kendindeki çıbandan iğrenmez; yaralı elini yemeğe sokar, parmağını yalar, gönlüne hiç de bir tiksinti gelmez. Fakat bir başkasında küçücük bir çıban, yahut azıcık bir yara görse onun yediği yemekten tiksinir, o yemek, içine sinmez. İşte kötü huylar da kelliklere, çıbanlara benzer. İnsan, bunlar kendisinde oldu mu incinmez; fakat bir başkasında bu huyların pek azını bile görse ondan incinir, tiksinir. Sen ondan ürküyor, kaçıyorsun ya, o da senden ürker, incinirse mazur gör; senin incinişin de onun için bir özürdür; çünkü sen onu görünce inciniyorsun ya, o da aynı şeyi görüyor da seden inciniyor. "İnanan, inananın aynasıdır" buyurulmuştur. Hz. Pir Mevlana [Fihi ma Fih: 6:19]

Hoş şu adam beğenmemezlik huyundan vazgeçip kini çıkarıp atabilsek gönüllerimizden de dargınlık, kırgınlık, kin ve nefretin yerine; sevgiyi, hoşgörüyü, dostluk ve kardeşliği hâkim kılsak, cennetin kokusu daha dünya hayatında iken erişmez mi canlara?
Öfke ve şehvet insanı şaşı yapar, ruhu doğruluktan ayırır. Kin duygusu gelince hünerler görünmez olur, gönülden göze yüz perde iner.Hz. Pir Mevlana [Mesnevi C1:333-334]
Kalpten kalbe yol vardır; kardeşlik de düşmanlık da bu gizli yoldan geçer.
Mü'min mü'minin aynası olursa, kimse karşısındakinin ayıbını göremez.Hz. Pir Mevlana [Divan-ı Kebir 6:209]

Düşmanlığı bırakıp yeniden kardeş olmak için birbirimizi nasıl seveceğiz? Habibi Kibriya efendimiz ne güzel ifade etmiştir: "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Size, yerine getirdiğinizde birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim: Aranızda selâmı yaygınlaştırın."

Sıcacık bir selâm bazen bir çok hediyeden ve ikramdan daha çok gönül alıcı olur. Allah'ın bu güzel selâmı ne kadar güzel ve cömertçe çoğaltılırsa o oranda muhabbet meydana gelir. Çünkü selâm verenle alanı yakınlaştırır, birleştiri, samimileştirir. Zira Allah'ın en güzel isimlerinden biridir Selâm: "O, Selâm'dır". Yani yüce "Mevlâ esenlik verendir, İslâm'ı öğretendir, selâmeti tavsiye edendir". O, öyle yüce bir Mevlâ'dır ki kendi isminden mümine isim vermiş ve onu Müslim/Müslüman diye isimlendirmiştir. Müslüman, yüce Allah'ın en yüce isimlerinden birini üzerinde taşıyan insandır. Yani Müslüman esenlik verendir. Yaratanın selâm sıfatından istifa edip kendisi de esenlik veren mükerrem varlıktır mümin. Öyle demiyor mu Hz. Resûl: "Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların esenlikte olduğu kimsedir." Demek ki selâm, basit bir kelimeden ibaret olmayıp müminin, mümin kardeşine dua etmesi, ona esenlik dilemesi, her türlü kötülüklerden uzak olmasını istemesidir.

İşbu hissiyat ile kini söküp atacak bir tatlı selamı sıcak bir güleryüzü esirgemediğinde içinde bir şeylerin kıpır kıpır olduğunu ümidinin tazelendiği hissedebilirsin.Unutma verdikçe kökü cennetlere uzanan ES-SELÂM ağacına tutunmaktasın.
Dostlar, dostlar! Birbirinizden ayrılmayın. Başınızdan kaçamak heveslerini atın. Mademki hepiniz birsiniz, ikilik havası çalmayın. Vefa sultanı emrediyor; vefasızlık etmeyin!Hz. Pir Mevlana [Rubailer, 642]
Kini bırakıp can olalım, selamı yayalım da Hz. Adem'den kardeşler olduğunu unutan insanlığa, yeniden sevmeyi, saymayı; ferâgati, fedakârlığı, hizmeti, merhameti, şefkati önce kendimizde yaşayarak öğretelim, cihana muhabbet tohumları ekelim, aşk mânaları saçalım...

16 Ekim 2009 Cuma

Kabağın da Sahibi Var

Kabağın da Sahibi Var

"Vaktiyle Kalenderîyye yoluna mensup bir derviş, nefsle mücahede makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonraki makam Kalenderîlik makamıdır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir... Saç, sakal, bıyık, kaş ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
Kabak aşağı, kabak yukarı…”
Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!..

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...