3 Mart 2012 Cumartesi




AŞK
 
Şeyh hazretleri Fütûhât'ında şöyle buyurdu: "Aşk, sevginin, sevilen üzere hasredilmesi ve bu sevgiyi hasredenin bütün varlığında ve benliğinde sevginin hâkim unsur haline gelmesi demektir. "Kur'an-ı Kerim'de bu mânâya uygun olmak kabîlinden, hubb'a (aşka) yer verilmiştir. Nitekim bir âyet-i kerimede: "İnsanlardan bazıları, Allah'tan başka varlıkları O'na eşler koşarlar. Onları, Allah'ı sevdikleri gibi severler. Mü'minler ise, en çok Allah'ı severler..." (Bakara, 165) Kemâl-i aşk, âşıkını, bakî olan maşukta fânî eden aşktır. Öyleki âşık, aşkı­nın ateşinden mahvolur ve maşukunda bekaya erer.
Aşk o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa yakar.
Ey kardeşim! Allah'a ulaşmak için nice yollar vardır. Ancak bu yolların en kestirme olanı aşk yoludur. Ebü'l-Cenâb Necmüddin hazretleri şöyle buyurdular: "Bütün yolların usûlü üçtür: Birincisi, tarîk-i ahyâr, ikincisi, tarîk-i eb-râr; üçüncüsü ise, tarîk-i settâr'dır. Tarîk-i ahyarın usûlleri, namaz, oruç, hacc, zekât, cihâd gibi ibâdetleri yerine getirmektir. Bu Allah'a ulaşmanın uzun yolunda katedilen en küçük mesafelerden birincisidir. Ve bu yolda Allah'a ulaşanlar çok azdır. Tarîk-i ebrâr'a gelince bu usûlün îcapları, bâtının (iç dünyanın) tasfiyesi ve övülmüş ahlakın kazanılmasıdır. Bu yolla da Hakk'a ulaşan binde birdir. 
Nitekim İbrahim Havvas'a ibn Mensur şöyle sordu: 
"Ey ibrahim! Nefsini, hangi makamda riyaziyede terbiye ettin ve fenâfillaha erdin?" 
İbrahim Havvas şöyle cevap verdi: 
"Tam otuz yıldır nefsimi tevekkül makamında riyazete verdim." 
İbn Mansûr bunun üzerine şöyle mukabelede bulundu: 
"Ömrünü, bâtınını imar etmek için feda ettin. Peki buna rağmen fenâfillahın hangi mertebesindesin?" 
Tarîk-i Settâr ise, Allah'a duyulan şiddetli aşk sayesinde mâsivâdan arınmak ve gönül aynasında yârin yüzünü (Allah'ı) müşahede etmektir.
Ey bizim sevdası güzel aşkımız!
Şâd ol! Ey bütün hastalıklarımızın hekimi!
Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı!
Ey bizim Eflatunumuz!
Ey bizim Calinosumuz!
Âşkın bidayeti zühd, nihayeti ibadettir. Onlar havf ve recâ sahibidirler. Ve bunlar, cezbe-yi Hûda'yla seyreyleyip giderler. Bu mahalle münasip beyitlerde şöyle buyurulmuştur:
O halayık cân sevgisiyle koşmuştu;
bu korkusundan koşuyordu.
Aşk nerde, korku nerde?
Aralarında ne kadar fark var?
Arif her an padişahın tahtına kadar ulaşır.
Zâhidse yürür, yürür;
bir ayda tam bir günlük yol alır.
Aşkın beşyüz kanadı vardır.
Her kanadı arştan yeraltına kadar
bütün kainatı kapsar.
Korkak zâhid ayağıyla yürümeye çabalar.
Âşıklarsa şimşekten de hızlı uçarlar, yelden de.
Aşkın sıfatını anlatmaya koyulursam
yüz kıyamet kopar da yine noksan kalır.
Akıl, cezbe-yi Hûda'nın kanat çırptığı engin semâlarda pervâz edemez. O semânın tek hâkimi cezbe-i aşk-ı Hûda'dır.
Ne bâtıl tasavvur, ne imkânsız hayal!
Aşk, insan fehminden yükseklerdedir
Ne kavuşmaya benzer ne ayrılığa
Hayalden her ne suret çıkarsa
Aşk enginliğiyle gölgelendirir.

Hiç yorum yok:

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...