22 Ağustos 2010 Pazar


Mevlevî Şeyhi Ağa-zâde Mehmed Dede ve Mesnevî’nin İlk Onsekiz Beytini Şerhi
- 2 -

Onsekizin Sırrı, Mesnevî’nin İlk Onsekiz Beytinin Tercüme ve Şerhleri

Şerh-i Ağa-zâde Efendi Rahmetu’llâhi ‘Aleyh


Bi’ş-nev (în) ney çün şikâyet mîküned

Ez cüdâyihâ şikâyet mîküned

Elhamdüli’llâhi rabbi’l-âlemín ve’ssalâtü ve’sselâmü ‘alâ nebiyyihi Muhammedin ve âlihi ecma’în. Ammâ ba’d. Hakk tebâreke ve te’âlâ bu mevcûdâtı ketm-i ‘ademden sahrâ-yı vücûda getürdi. İçlerinden benî Âdemi mu’azzez ü mükerrem kıldı ve ‘akl nûrı ile münevver eyledi. Tâ kim bu ‘âlemde ‘ömrlerini zâyi’ itmeyüp niçün halk olunduklarını bileler, aña göre ‘amel idüp ma’rifet-i İlâhiyye tahsîl eyleyeler. Pes bu ‘âleme geldiler, üç fırka oldılar. Evvelki fırka ekall-i tâifedür ki mesâlih-i dünyâ vâsıtasıyle vatan-ı aslîlerin ferâmûş eylemediler. Ve vücûd-ı bey’ u şirâ ile bir an teveccühden Hakka hâlî olmadılar. Hakk ve celle ve ‘alâ bu tâife-i ‘aliyyenüñ hakkında “ricâlün lâ tülhîhim ticâratün velâ bey’un ‘an zikrillâhi”(1) buyurmışdur. Bunlar enbiyâlar ve evliyâlardur. İkinci fırka anlardur ki, bu ‘âlem-i fânînüñ telezzüzâtına aldanup nev’an Hakkdan gâfil olmışlardur. Bu tâife-i müzekkire vü münebbihe muhtâclardur. Üçüncü fırka, mekr-i şeytâna firîfte olup bi’l- külliyye Hakkdan gâfil ve zâil olmışlardur. Kâbil-i irşâd degüllerdür. el-‘ıyâzu billâh “velehüm âzânün lâ yesme’ûne bihâ”(2) bunlaruñ hakkındadur. Fırka-i evvelînüñ muktedâsı hâce-i kevneyn salla’llâhu te’âlâ ‘aleyhi ve sellemdür. Kur’ân ve teblîğ iledür. Fırka-i sâniye ki zümre-i erbâb-ı îmân ve kâbil-i iktisâb-ı ‘irfândur. Ve istimâ’ u ittisfâf ile emrolunmışdur. Netekim sûre-i A’râf’da vâki’ olmışdur: “Ve izâ kuri’el Kur’ânu festemi’û lehu ve ensıtû le’alleküm türhamûn”.(3) Hazret-i Mevlânâ kaddesa’llâhu sırrahu’l-‘azîz Mesnevî’sindeki fırka-i sâniyeye hitâb idüp bi’ş-nev ile bed’ eylemişlerdür. Hakk te’âlâ cümlemize işitmek müyesser eyleye.
Sâil su’âl itse ki: “Külli emrin zî bâlin lem yebde’ fîhi ismul’lâhi fehüve ebterun(4)” buyurulmışdur. Hazret-i Mevlânâ kuddise sırruhu’l-‘azîz Mesneví-i şerîfi niçün besmele ve hamdele ibtidâ itmedi? Cevâb oldur ki: “ Bi’ş-nev’inüñ ‘bâ’sı besmele ve hamdele makâmına kâim ve niçe esrâr u nikâtı cāmi’ bir harfdür, netekim Hazret-i İmâm ‘Ali kerrema’llâhu vechehû buyurmışdur:
“ Küllü mâ fi’t Tevrâti ve’l İncîli ve’z Zebûri mevcûdun fi’l Kur’âni ve küllü mâ fi’l Kur’âni mevcûdun fi’l Fâtihati ve mâ fi’l fâtihati mevcûdun fi’l besmele ve mâ fi’l besmeleti mevcûdun fi’l bâ”(5), ve dahı bilmek gerekir ki, evvelâ bi’ş-nev deyü semâ’a emr idüp gayr-ı ‘ibâret ile ibtidâ eylemedi(6). Kârında bir nükte dahı budur ki tarik-i Hakka sâlik olanlara ibtidâ vâcib olan istimâ’dur. Anuñ içün basardan ve sâir a’zâdan erbâb-ı tarîk katında sem’ efdaldür(7). Kemâ kâle sâhibü’t-Tefsîrü’l-Kebír: “i’lem ennehû essem’a efdalu mine’l basar, lienne’llâhe te’âlâ haysu zikrihumâ fi’l-Kur’âni kaddeme’s-sem’a ‘ale’l- basari ve’t-takdîmu delîlü’l fadli”(8) yine gelelim ‘alâ tariki’l isti’âre neyden murâd mürşid-i kâmil ve bir mükemmeldür ki kendüden ve halkdan fâní ve Hakkla bâkî ola.
Mesnevî:
Fânî zi hod u bedûst bâkî
În taraf ki nîstend ü hestend(9)
beynehümâ münâsebet-i tâmme vardur, lafzen ve zâten. Lafzen olan münâsebet oldur ki, ehl- i fürs ney kelimesin ekser mevâzı’da nefy ma’nâsına isti’mâl iderler. Mürşidân-ı ilâhî dahı ‘ârızî olan vücûdlarını nefy itmişlerdür. Ve ‘adem-i aslîlerine gitmişlerdür(10). Ve zâten olan müşâbehet oldur ki netekim nâyuñ derûnı gıll u gışdan hâlî olup sûretâ aña muzâf olan nağamât u elhân hakîkatde sâhibi olan nâyîdendür, kendüden degüldür. Kezâlik bu tâife-i
‘aliyyenüñ derûnları mâsivâdan hâlî ve nağamât-ı ilâhiyye ile mâl-â-mâldür. Ve her ne kadar kemâlât u âsâr u esrâr u hâlât ki bunlara nisbet olunur. Fi’lhakîka Hudâ-yı te’lânuñdur. Bunlar âlet vâki’ olmışdur(11).
Beyt:
Hikâyet-i dûrî vü şikâyet-i mehcûrî (12)
ehl-i gaflete tenbîh ve erbâb-ı hicâba ta’lîm içindür. Netekim Hazret-i Pîr bir mahalde buyururlar:
Mesnevî:
Reftenem sivâ vü nemâz u ân halâ
Behr-i ta’lîmest reh-i merr-i halk râ(13)
mertebe-i gayb-ı hüviyyetden cüdâ olup ve ‘âlem-i istiğrâkdan ayrılup ‘âlem-i mülke ve dâr-ı teklîfe geldügini hikâyet idüp mebde’ me’âdı bildirür. Bu tarîkle ihvân-ı safâyı irşâd murâd idinürler. Vallâhu a’lem bi’s-savâb.

1 “[öyle] kimseler [vardır ki,] bunları ne ticaret ne de kazanma hırsı Allah’ı anmaktan, salâtta devamlı ve duyarlı olmaktan, arınmak için verilmesi gerekeni vermekten alıkoyabilir.” (Nûr: 37), Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, İşaret Yay., İstanbul 1999, c. II, s. 717.
2 “Gerçek şu ki, Biz, cehennem için, kalpleri olup da gerçeği kavrayamayan, gözleri olup da göremeyen, kulakları olup da işitemeyen görünmez varlıklardan ve insanlardan çok canlar ayırmışızdır.” (A’râf: 179), Esed, age, c. I, s. 311.
3 “Bunun içindir ki, Kur’an okunduğu zaman ona kulak verin, sesinizi kesip dinleyin onu, ki, [Allah’ın] esirgemesiyle kuşatılasınız!” (A’râf: 204), Esed, age, c. II, s. 315.
4 “Her mühim iş ki bismi’llah ile başlamamıştır, güdüktür”. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, Akçağ Yay., Ankara 1994, c. IX, s. 207)
5 “Tevrat, İncil ve Zebur’da olan her şey Kur’an’da; Kur’an’da var olanlar Fatiha’da; Fatiha’dakiler besmelede; ve besmeledekiler de ‘bâ’da mevcuttur”. (Hz. Ali’ye atfedilen bu söz için, Seyyid Hüseyin Nasr, Abdulkerim el-Cîlî’nin ‘el-Keşf ve’r-rakim fî şerh-i bismi’llâhi’rrahmâni’rrahîm’ adlı eserini kaynak gösterir. (S. Hüseyin Nasr, İslam Sanatı ve Maneviyatı, çev. A. Demirhan, İstanbul 1992, s. 42-43); Gölpınarlı, aynı sözün Ebû-bekr-i Şiblî (ö.334/945) tarafından da ‘Ben, b’nin altındaki noktayım’ biçiminde kullanıldığını nakleder. (Mesnevî ve Şerhi, c. I, s. 31); Bâ, harfiyle ilgili, diğer Mesnevî şerhlerindeki yorumlar için: Âmil Çelebioğlu, Eski Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, s. 525-526’ya bakılabilir.
6 Mevlânâ evvelâ bi’ş-nev diyü istimâ’a emr idüp gayrı ‘ibârât ile ibtidâ eylemedi. (Ankaravî,1289:23)
7 Anunçün basardan ve sâir a’zâdan ve ecvârihden dîn u tarîkatde sem’ evlâdur. (ve Fahrü’d-dîn-i Râzî Tefsîri’nden alınan aynı örnek): İsmâil-i Ankaravî, age, c.I, 23.
8 Nitekim, Tefsîr-i Kebîr’in müellifi (Fahrü’d-dîn-i Râzî )şöyle der: “ Bil ki, , işitmek, görmekten daha önceliklidir; çünkü Allâhu Te’âlâ Kur’ân’da bu ikisini zikrettiğinde, işitmeyi görmeden öncelemiştir. Ve bu önceleme işitmenin görmeye göre daha evlā olduğunun delilidir.
9 Kendimden fānî, dostla bākîdir; bu yüzden hem vardır hem yoktur.
10 Yine gelelim ney bir niçe vechden ‘ibâret olmak kâbildir. Evvelâ sûfî-i sâfî ve ‘âşık-ı vâfî derûnı mâsivâdan hâlî ve nefha-i Hakk’la mâlî olan mürşid-i ‘âlîden isti’âre ola. Zîrâ ney’ün insan-ı kâmile sûreten ve lafzen ve zâten münâsebet-i tâmme ve müşâbehet-i ‘âmmesi vardur. Sûreten olan müşâbehet sufret-i sîmâ ve şerh-i sînedür ki ‘âşık-i ilâhiyyenün reng-i bîrûnları ve hâl-i derûnları bu gûnedür (İ. Ankaravî, age, c.I, 24).
11 Nitekim nâyun derûnı gıll u gışdan hâlî ve anda olan nağamât u elhâna bâ’is u bâdî olan nâyîdür. Kezâlik bu tâife-i ‘aliyyenün derûnları mâsivâdan hâlî ve nağamât-ı ilâhi vü nefahât-ı rabbânî ile malîdür. Her elhân u nağamât ki nây’a nisbet olunur fi’l-hakîka Hudâ-yı müte’âlînündür. Bunlar ortada bir âlet-i mülâhaza ve mazhar-ı mu’âmeledür (İ. Ankaravî, age, c.I, 24).
12 Uzaklığın hikayesi, ayrılığın şikâyeti.
13 Benim sivāya, namaza ve o boşluğa gidişim, halkın acı yolunu öğretmek içindir.

Hiç yorum yok:

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...