7 Temmuz 2011 Perşembe

ZAN VE HAVATIR



ZAN VE HAVATIR

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثٖيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخٖيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَحٖيمٌ
  
Ya eyyuhellezine amenuctenibu kesiram minez zanni inne ba'daz zanni ismuv ve la tecessesu ve la yağteb ba'dukum ba'da, e yuhibbu ehadukum ey ye'kule lahme ehihi meyten fe kerihtumuh, vettekullah, innellahe tevvabur rahîm.
Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir (Hucurat (49/12))

وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِى الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
Ve in tuti'eksera men fil erdi yudilluke an sebilillah, iy yettebiune illez zanne ve in hum illa yahrusûn.
Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.(En’am (6/116))

اَلَا اِنَّ لِلّٰهِ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِى الْاَرْضِ وَمَا يَتَّبِعُ الَّذٖينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُرَكَاءَ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
E la inne lillahi men fis semavati ve men fil ard, ve ma yettebiullezine yed'une min dunillahi şuraka', iy yettebiune illez zanne ve in hum illa yahrusûn.
Bilesiniz ki göklerde kim var, yerde kim varsa, hep Allah’ındır. Allah’tan başkasına tapanlar (gerçekte) Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Şüphesiz onlar ancak zanna uyuyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.(Yunus (10/66))

     Kalbi havâtırdan muhafaza etmenin yolu, sâlikin havâtırın ekserisinin kulak ve göz tarîkiyle kalbe girdiğini göz önünde tutmak suretiyle, devamlı olarak zikr-i kalbî ile meşgul olması, Havâtır geldiğinde istiğfar edip Allah Teâlâ’ya ilticâ etmesi, halktan uzaklaşarak boş konuşmaktan sakınması ve kalbini meşgul eden şeylerden sakınmasıdır.
     Nefs, şeytan ve dünya üçgenindeki günümüz insanının daha çok nefis ve şeytan kaynaklı havâtıra muhatap olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konunun ehemmiyeti bir kat daha artmaktadır. Bu nedenle, Allah ve Resulünün istediği tarzda bir mümin olabilmek için her davranışımız öncesinde mutlaka karşılaştığımız, kalbe gelen duygu ve düşüncelerimizin hak mı batıl mı olduğunu iyice bilmek ve ona göre hareket etmek durumundayız. Bu da ancak konunun gereği gibi öğrenilmesi ve hayatımıza tatbik edilmesiyle mümkün olacaktır.
     Gönül evi dediğimiz insandaki kalp, şeytanın ve nurani hikmetlerin uğradığı bir istasyon hükmündedir. Tasavvuf ehli derki: “Eğer gönül evi, Allah’ın nuru ile nurlanmış ve basiret frekansı Hakk’a açık olan Kamil Velilere ait bir istasyon olursa, o evde Velilerin sofrası kurulur. Nasıl ki, zenginlerin sofrasında dünya malı, Devlet adamlarının sofrasında yönetimle alakalı işler konuşulursa, Allah dostlarının sofrasında da, Allah’ın sıfatları, eşyanın hakikati konuşulur. Böylece, gönül evi gafletten arınmış, varlığının gayesine tam olarak erişmiş olur. Aksi takdirde gönül evi, canavar yatağı olmaktan kurtulamaz.”
      Netice olarak; kalp dört tarafı açık bir istasyon gibidir. Bu istasyona gelen duygular kimi zaman faydalı, kimi zaman da zararlı bilgiler olmaktadır. Kalbin istikamet üzere bulunması sayesinde ancak bu duyguların mahiyeti anlaşılır. Bunun için de kalp alemine nüfuzu olan kâmil mürşidlerin terbiyesine girerek, bunların kaynağına inilebileceği tasavvuf ehlince ifade edilir. Zira Bir mürşide ittibâ etmiş bulunan bir mürîd için onlar kalp mütehassısıdırlar.

Hiç yorum yok:

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...