30 Temmuz 2011 Cumartesi

HZ. MEVLÂNÂ’YA GÖRE RAMAZAN VE ORUÇ


HZ. MEVLÂNÂ’YA GÖRE RAMAZAN VE ORUÇ
Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî-i Şerîf’ini ve Dîvân-ı Kebîr’ini incelendiğimizde onun Ramazan ayı ve oruç ibadeti hakkındaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz:
“Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır” diyen Mevlânâ, orucu çok özlediğinden ve hasretle beklediğinden bahseder. Bazen ise orucu bir “ana” gibi görür.
Oruç ayı olan Ramazan’a neşeli olarak girilmeli; ona kavuşulduğu için Cenâb-ı Hakk’a şükredilip sevinilmelidir.
Oruç; kişide imanın, Allah’ı sevmenin, O’na bağlanmanın, O’ndan sakınmanın, haramdan kaçınmanın varlığına şahitlik eder.
Ramazan’da sadece yemek ve içmekten kaçınmak değil, kötü söz söylemek ve kötü iş işlemekten de kaçınmak, bunlara sabır göstermek gerekir.
Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç; şeytanı ve nefsi güçsüz ve etkisiz hâle getirir, maddî ve manevî açıdan temizliği gerçekleştirir, gönlü bedenî isteklerin tahakkümünden kurtarır, nefsi kirlerinden arındırır, ruhu özgürleştirir, gönül gözünü açar, manevî görüşü artırır, sabrı öğretir, bedenî hastalıklardan korunmanın yollarını öğretir, insanın insanlığı olgunlaşır, manevî rızıklara ulaştırır, Allah’a yakınlaştırır.
Bu namaz, oruç, hacc ve cihad da inanışa tanıktır.
Bu zekât ‘hediye’, bu hasedi bırakma da ‘kendi sırrından haber verme’ dir.
İhsanda bulunmak, doyurmak, konuk davet etmek: “Ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık” demektir.
Hediyeler, armağanlar, sunulan şeyler: “Ben seninleyim; seni seviyorum” diye tanıklıktan ibarettir.
Kim, bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? “İçimde bir cevherim var”, demektir.
Allah’tan çekinmemden yahut cömertliğimden bir cevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
Oruç der ki: “Bu, helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkân yok.”
Zekât der ki: “Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde, aynı yolda olandan nasıl çalar?”
Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’ın adalet mahkemesine kabul edilmez.
Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüyü çıkarmıştır.
Fakat Allah’ın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerde bulunmakla beraber nihayet onu hepsinden de arıtır.
Rahmeti, o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.
Allah, onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti onu bu hatadan arıtır.
Bu sûretle de Allah’ın yarlıgayıcılığı meydana çıkar, bu miğfer kulun kelliğini örter.
Yağmur, pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.( Mesnevi, cilt: V, beyit no: 183-199)
************
Sevgi (kulluk), düşünce ve mânâdan ibaret olsaydı, bize oruç ve namaz lüzumlu olmazdı.
Bağlılık ve sevgiden bir eser olsun diye dostlar birbirine armağan sunarlar.
O armağanlar, bağlılığın ve sevginin şahitleridir. Yani onlarda samimiyet ve beraberlik gizlidir.
O ihsanlar, gönülde meydana gelen sevginin görünen şahitleridir.( Mesnevî, cilt: I, beyit no: 2625-2628)
************
Oruca sarıl, sabret; orucu terk etme, her an Hak’tan rızkını bekle!( Mesnevi, cilt: V, beyit no: 1749)
************
Cihad ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allah’ın, kulu kendinden uzaklaştırmasından daha iyidir.( Mesnevi, cilt: VI, beyit no: 1769)
************
“İnsanın namaz kılmayı arzu edişi, oruç tutuşu, hep Hakk’ın kulunu kendine çekisindendir.”( Divan-ı Kebir’den Seçmeler, trc. Şefik Can, cilt: I, gazel no: 375)
************
Oruç yüzünden bizim canımız dirilik elde edecektir!
Ramazan geldi; aşk ve iman padişahının sancağı erişti! Artık maddî yiyeceklerden elini çek! Çünkü göklerden manevî rızık geldi ve can sofrası kuruldu!
Can, bedenin hantallığından kurtuldu; tabiatımızın isteklerinin eli bağlandı! Aşk ve iman ordusu geldi, sapıklık ve imansızlık ordusunu kırdı geçirdi!
Bir bakıma oruç, bizim kurtuluşumuzun kurbanı sayılır; bizim canımız, onun yüzünden dirilik elde edecektir!
Mademki gönül evine misafir olarak can geldi, onun uğruna bedenimizi tamamıyla kurban edelim.
Sabır, hoş bir buluttur; ondan, hikmet, manevî lütuflar yağar! Bu sebeptendir ki, Kur’ân-ı Kerim de bu sabır ayında nâzil olmuştur!
Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!
Bu mübarek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zaten bu kirli dünyaya mensup değildi, meleklerdendi; onlara ulaştı!
Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yusuf aleyhisselam kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!
İsa aleyhisselam isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duası kabul edildi! Sen de nefsanî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü gökyüzünden manevî yemeklerle dolu sofra geldi!
Haydi, elini ağzını yıka; ne yemek ye, ne iç, ne de söyle! Hakikate erdikleri, Hakk’ı buldukları için susup duran ermişlere gelen mana sözlerini, mana lokmalarını ancak Şems-i Tebrîzî’nin himmeti ile bulabilirsin!( Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: I, gazel no: 459)
************
İSLÂM’IN binası beş direk üzerine kurulmuştur. Allah’a yemin ederim ki, bu direklerin en büyüğü oruçtur.
Sen, orucu, şaşılacak acayip meziyetleri bulunan bir şey olarak bil! Oruç, insana can bağışlar. Gönül lütfeder. Sen, şaşılacak bir şey görmek istersen, oruca şaş!
Sen, göklere çıkmak, Mi’rac etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır.
Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakikati göstermiyor.
Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur.
Âşıkların hayatı, beden matbahı yüzünden kararmıştı. İşte oruç, o matbahları aydınlatmak için çıktı geldi.
Dünyada şeytanın karnını deşen bir bıçağa benzeyen oruçtan daha fazla şeytan öldürücü, nefsin kanını dökücü bir şey var mı?
Padişahlar padişahının kapısında kendisine gizli, özel bir vazife verilmiş, çabucak faydalı olan, kâr bağışlayan kim var? Kim olacak? Oruç!
Oruç, özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tazeleştirir ki, zavallı balığı bile su o kadar tazeleştirmez.
Nefis ile savaşa girişen mücahidin, gönül maksadına ulaşma yolunda oruç, yüz binlerce yardımcı canın yaşayışından daha da iyidir.
İslam’ın binası şu beş direk üstüne kurulmuştur: “Kelime-i şahadet, Zekât, Hac, Oruç, Namaz.” Allah’a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, en büyüğü oruçtur!
Cenâb-ı Hak, bu beş direğin her birinde orucu, orucun kaderini gizlemiştir. Zaten oruç kadir gecesi gibi gizlidir.
Midesine düşkün olan, çok mide ağrısı çeker, sızlanır durur. Zaten midesine düşkün olanların talihlerinde oruç yoktur.
Oruç, Allah’ın has kullarına Hz. Süleyman’ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür yahut da taçtır. Onu ancak seçkin kullarının başlarına giydirir.
Oruçlunun gülüşü, oruçsuzun secdedeki halinden iyidir. Çünkü oruç, o Rahman’ın sofrasına oturtacaktır.
Sen farkında değilsin ama, yemek yediğin vakit, için pislikle dolar. Oruç hamama benzer. Seni maddî ve manevî kirliliklerden, bütün kötülüklerden temizler.
Sen, hiç bilgi nuruyla nurlanmış bir hayvan gördün mü? Beden de bir hayvandır. Hayvanın ardına düşüp de orucu bırakma!
Sen vahdet denizinden ayrı düşmüş bir damla gibisin. Sen aslına nasıl ulaşacaksın? İşte oruç, sel gibi, yağmur gibi seni alır, denize ulaştırır.
Nefsinle savaşa girişince; “Ben orucu öyle ucuza satmam!” diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret!
Nefsin gönlüne musallat olmuş bir Rüstem’dir ama, oruç onu gül yaprağı gibi tir tir titretir.
İçinde ab-ı hayatın gizlendiği bir karanlıktan bahsederler. Aklı başında olanlara o karanlık, oruçtur.
Sen, canının içinde Kur’an nurunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç bütün Kur’an’ın tertemiz nurunun sırrıdır.
Gök sofralarının, ruha mahsus sofraların başına tertemiz kişiler oturturlar. İşte oruç, sana, onlarla bir kaptan yemek yedirir.
Oruç seni gün gibi gönlü aydın, canı saf bir hale kor. Sonra da padişahla buluşma bayram gününde varlığını kurban eder, seni varlıktan ve benlikten kurtarır.
Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk’a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca layık değillerdir.( Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: II, gazel no: 803)
************
ORUÇ AYI GELDİ
Oruç ayı geldi. Hepinize kutlu olsun. Ey oruca yol arkadaşı olan, dost olan kişi! Yolun uğurlu olsun, hoş olsun.
Ben ayı görmek için dama çıkmıştım. Çünkü candan, gönülden orucu özlemiştim, onu hasretle bekliyordum.
Aya bakayım derken başımdan külahım düştü. Mübarek oruç padişahı benim aklımı başımdan aldı. Beni mest etti.
Ey Müslümanlar! Ona gönül verdiğimden beri ben zaten mest olmuşum, aklım başımda değil. Ah, orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış, hali varmış.
Bu oruç ayında gizlenmiş eşsiz bir ay var. Hem de Türk gibi oruç çadırında gizlenmiş.
Bu mübarek ayda, oruç harman yerine sıkıntısız, neşeli gelen kişi, o güzeller güzeli aya yol bulur.
Sıhhatli, atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa, o orucun ipekli elbisesini giyer.
Bu ayda dualar kabul olur. Oruçlunun âhı gökleri deler, geçer.
Oruç kuyusunda sabreden kişi, Yusuf gibi aşk Mısır’ında sultan olur.
Ey sahura kalkan, sahur yemeği yiyen kişi! Az konuş, hatta sus! Sus da orucu anlayanlar, oruçtan söz etsinler.
Gel ey Şemseddin, ey Tebriz şehrinin avunduğu büyük insan! Oruç askerinin başkumandanı sensin.( Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1119)
************
ORUÇ SEVDASI BAMBAŞKA BİR SEVDADIR
Artık, ekmeğe karsı ağzını kapa, tatlı oruç geldi. Şimdiye kadar, yemenin, içmenin hünerini gördün. Şimdi de orucun hünerini seyret!
Oruç, Meryem oğlu İsa’ya zemzem oldu. Oruç yolculuğuna çıktı da dördüncü kat göğe yükseldi.
Kuşların kanat çırpmaları nerede, meleklerin kanat çırpmaları nerede? Kuşlar yem için kanat çırparlar, melekler ise oruca doğru uçarlar.
Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır.
Oruç, çarşafa girmiş, kendini gizlemiş bir güzeldir. Çarşafını aç da onu seyret; o ne kadar güzelmiş!
Boynunu inceltir ama, seni ölümden emin eder. Mide dolgunluğu, rahatsızlığı, fazla yiyip içmeden meydana gelir. Oruç ise seni manen mest eder.
Otuz gün ramazan denizinde bir baştan bir başa, bir uçtan bir uca yüzer durursun. Sonunda oruç incisi elde edersin.
Şeytanın bütün hileleri, tedbirleri, bütün okları, oruç kalkanına çarpar, kırılır.( Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1155)
************
Oruç harmanından can BUĞDAYI satın al!
Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu. Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma!
Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur!
Rıza çölüne bak, Allah’ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşahede et!
Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç!
Ey gül! Kanlara batmışsın, hal böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun? Yoksa Halil’in İshak’ı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun?
Neden ekmeğe asıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al! ( Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1175)
************
Ey gönül; oruçlu iken Allah’a misafirsin!
Ey gönül! Oruçlu iken Allah’a misafirsin; sana gökyüzü sofrası yakışır!
Sen, bu mübarek ayda cehennemin kapısını kapadın! Böylece sen, cennetten binlerce kapı açarsın!
Topraktan, ateşten, sudan, rüzgârdan dikilmiş olan beden hırkasını çıkar, at!
Can, aşkın kapısına geldi de; “Beni affet; sen, özürlerin canısın!” diye yalvardı!
“Ey aşk!” diye sızlandı. “Bu ayda özrümüzü kabul et; hata ettik!”
Aşk da, gülerek cana dedi ki: “Senin elini tuttum! Biliyorum ki sen, elsizsin, ayaksızsın!
Hekimim; ben, sana perhize girmeni emrettim! Çünkü sen, bu korkunun ve ümidin hastasısın!
Perhize gir de, sana bir şerbet yapıp sunayım; onu içince sen, hiç kendine gelmeyesin!”
Sustum; artık bunu aşk anlatsın! Çünkü onun gözü, canlara can katar!( 11 Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1326)
************
Ramazan ayında gereği gibi oruç tutarsan, senin vücut toprağını altın ederler. Senin fani varlığını taş gibi ezerler de göğe sürme yaparlar. İftar vaktinde yediğin yemek lokmasının her biri, birer mânâ incisi olur. Ramazan’da yemekte, içmekte, kötü söz söylemekte, kötü iş işlemekte sabırlı olduğun için, bu sabır, senin manevî görüşünü artırır, gönlünün gözünü açar.( Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: IV, rubai no: 368)

26 Temmuz 2011 Salı

Salih İnsanlarla Beraber Olmak

Salih İnsanlarla Beraber Olmak

Kalbî huzurun muhâfazası için de gâfil ve fâsıklarla ünsiyetten şiddetle sakınmak gerekir. Zîrâ taaffün etmiş (kokuşmuş) mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgâr, onların mülevves kokularını alarak etrâfa yayar, nefesleri tıkar ve rûhları daraltır. Şeyh Ubeydullâh Ahrâr -kuddise sirruh-, bu hususta yaranına şöyle nasihat eder: "- Ağyar ve biganelerle berâber olmak, kalbe fütûr, ruha dağınıklık ve gönle perişanlık verir." Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî bir gün, içinde böyle bir perişanlık ve huzursuzluk hissetti. Bir türlü kendisini o hâlden kurtaramadı. Meclisindekilere: "- Hele bir bakın, aramızda yabancı biri var mı?" dedi. Araştırdılar, kimseyi bulamadılar. Fakat Bâyezid-i Bistâmî ısrar etti: "- Hele iyi araştırın. Asaların olduğu yere de bakın." dedi. Tekrar araştırdılar ve gafil birinin asasını buldular. O asayı dışarı çıkardılar; Bayezid-i Bistâmî'nin gönül huzuru da yerine geldi.

Yine bir gün Hâce Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri, huzuruna gelen yakınlarından birine: "- Senden yabancılık kokusu geliyor." dedi ve ilâve etti: "- Galiba sen, yabancı birinin elbisesini giymişsin." O kimse hayretle: "- Evet öyle." dedi ve o elbiseyi değiştirip tekrar geldi.
 
Menfi hâllerdeki bu sirayet özelliği, müspet hâllerde de aynen geçerlidir. Bunun en güzel misali, Yusuf -aleyhisselâm- ile babası Yâkûb -aleyhisselâm- arasında vaki olmuştur. Hazret-i Yâkûb, oğlu Yusuf’ta kendi hususiyetlerini görünce, ona diğer çocuklarından daha fazla meyletti. Bu muhabbetle öyle aynîleşme oldu ki, daha sonra Yusuf’un gömleği Mısır'dan kendisine getirilirken, Yâkûb -aleyhisselam- Ken'an ilinde olduğu hâlde gömleğin kokusunu almaya başladı. Hâlbuki ondan başka hiç kimse hatta gömleği getiren oğlu Yehûda bile, o kokudaki sırrı hissetmemekteydi. Ne zaman ki gömlek Hazret-i Yâkûb'un yüzüne sürüldü, o vakit gözleri açıldı ve görmeye başladı. Bu hâl, eşyaya bile sirayet eden ruhaniyet ile rabıtanın bir tezahürüdür.
 
Manevi hâllerin eşyaya bile sirayet etmesi karşısında, eşyadan daha hassas olduğunda şüphe bulunmayan insan kalbini, ne denli titizlikle muhafaza etmek gerektiği ortadadır.
 
Yine büyükler bu hususta derler ki: "Halkın amel ve ahlâkından cansız varlıklar bile inikâs alır. Bu itibarla türlü çirkinliklerin irtikâp edildiği bir yerdeki ibadetle, amel-i sâlih ve hayırlara mekân olmuş bir yerdeki ibadet, kıymetçe birbirinden çok farklıdır. Bunun içindir ki, Kâbe hareminde kılınan bir namaz, sair yerlerde kılınanlardan kat be kat üstündür."
 
Bu gibi mübarek mekânlardaki feyiz ve ruhaniyete mukabil öyle mekânlar da vardır ki oralardan da kasvet sirayet eder. Nitekim bin bir meşakkat dolu Tebûk Seferi'nden dönüşte ashâb-ı kirâm, gölgelenmek ve su temin edebilmek için Hicr Vadisi’nde Semûd Kavmi'nin taşları oyarak yapmış olduğu köşklere girmişlerdi. Bunun üzerine -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Bu mekânda Cenâb-ı Hak Semûd Kavmi'ni helâk etti. O kahırdan bir hisse gelmemesi için buralardan su almayınız." buyurdu. Ashâb: "- Yâ Rasûlallâh! Kırbalarımıza su doldurduk ve bu sudan hamur yaptık." deyince Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: "- Suları boşaltın ve hamurları develere yedirin!" emrini vermiştir. (Buhârî, Enbiyâ, 17)
 
Bu ve benzeri hâdiseler, hâlet-i rûhiyenin, cemadata (cansız varlıklara) dahi sirayet ve inikâsını gösteren canlı birer misaldir.
Kalbî meziyetlerin inkişafı ve irtifâ kazanması için sâlih ve sâdıkların güzel hâllerinden feyiz (mânevî enerji) almaya gayret etmelidir. Böyle müspet inikâsın en güzel şekli mânevî sohbetlerde gerçekleşir. Nitekim Lokman -aleyhisselâm-'ın oğluna yaptığı şu tavsiyeler de bu hususa dikkat çekmektedir: "Yavrum! Âlim kimselerle berâber ol ve onların sohbetinden ayrılmamaya çalış! Zîrâ Allâh Teâlâ, yağmurla toprağı canlandırdığı gibi, hikmet nûruyla da kalpleri canlandırır." (Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'z-Zühd, hd. no: 551)
 
Sohbetlerin ehemmiyetini ve mümine kazandıracağı mânevî dereceleri şu hadîs-i şerîf ne güzel ifade eder: "Allah’ın evlerinden birinde, Allah’ın kitâbını okumak ve aralarında müzâkere etmek için toplanan bir cemaatin üzerine mutlakâ sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler onları kuşatır. Allâh onları kendi yanındakiler arasında zikreder." (Ebû Dâvûd, Vitr, 14; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
 
Ebû İdrîs el-Havlânî de şöyle anlatıyor: Şam'da Ümeyye Camii’ne girdim. Bir de baktım ki parlak dişli, güler yüzlü bir genç oturuyor. Etrafında insanlar toplanmış, bir şeyler hakkında konuşuyorlar. İhtilâfa düşünce de o gence müracaat ediyorlar ve onun sözünü kabul ediyorlardı. Oradakilerden onun Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- olduğunu öğrendim.

Ertesi gün erkenden mescide gittim. O benden de erken gelmiş, namaz kılıyordu. Namazını bitirmesini bekledim. Sonra huzuruna gittim, selâm verdim ve dedim ki: "- Vallahi, ben seni Allah için seviyorum." Muâz -radıyallâhu anh- üç kez: "- Gerçekten Allah için mi?" dedi. Ben de her seferinde: "- Evet, Allah için." dedim. Bunun üzerine elbisemden tuttu ve beni yanına çekerek şöyle dedi. "- Sana müjdeler olsun! Ben, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in, Rabbinden rivayetle şöyle buyurduğunu işittim: "Benim rızam için birbirini seven, bir arada oturan, birbirini ziyaret eden ve kendilerini benim rızama adayan kimselere muhabbetim vacip olur." (İmâm Mâlik, Muvattâ, Şaar, 5)
 
Cenâb-ı Hak ayet-i kerimede şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Allâh'tan ittikâ edin ve sâdıklarla berâber olun!" (et-Tevbe, 119)
 
Hâllerdeki sirayet, yukarıda temas edilmiş olduğu üzere muhabbet ve ünsiyet nispetinde gerçekleşir. Kâmil bir mümin olabilmek için, sâdık ve sâlihlerle ünsiyet hâlinde bulunmak, yâni onları sevmek ve onlara yakın bulunmaya çalışmak, bu temâyülün kuvvetlenip arzu edilen netîceyi hâsıl etmesi için şarttır.
 
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de sâdıklarla berâber olmanın ehemmiyetini şu misâlle ne güzel ifade buyurur: "İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sâhibi ya sana kokusundan ikrâm eder veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince, o, ya senin elbiseni yakar yahut da onun pis kokusu sana sirâyet eder." (Buhârî, Buyû, 38)
 
Hayatta iken sâlihlerle beraberlik ehemmiyetli olduğu gibi, kabirde bile onların kabirlerine komşu olmanın önemini Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle ifâde buyurur: "Ölülerinizi sâlih insanların arasına defnediniz." (Deylemî, Müsned, I, 102)
 
İhtiyaçların dahi sâlihler vasıtasıyla temin edilmesinin ehemmiyetini şu hâdise ne güzel sergiler: İbnü'l-Firâsî'nin anlattığına göre, babası: "- Ey Allah’ın Rasûlü! (ihtiyacımı başkasından) isteyeyim mi?" diye sormuş, -aleyhissalâtu vesselâm- Efendimiz de: "- Hayır, isteme! Ancak istemek zorunda kalırsan, hiç olmazsa sâlihlerden iste!" buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Zekât, 28; Nesâî, Zekat, 84)

Bâyezîd-i Bistâmî'ye mürâcaat eden bir derviş: "- Beni Allah’a yaklaştıracak bir amel tavsiye et." deyince Bâyezîd -kuddise sirruh-, ona şu nasihatte bulunmuştur: "- Allah’ın veli kullarını sev! Sev ki onlar da seni sevsinler. Onların gönlüne girmeye çalış! Çünkü Allâh Teâlâ, o âriflerin kalplerine her gün 360 defâ nazar eder. Bu nazarlar esnâsında seni de orada bulsun!.."
 
İşte bu sebeple tasavvufî terbiyede, salikin mensup olduğu yere ve sâdıklara âit muhabbetini tâze ve zinde tutabilmesi maksadıyla "râbıta", dâimî bir temrin hâlinde kâideleştirilmiştir.
 
Düşünmelidir ki, günah ve mâsiyet yolundaki bir insan, bu kalbî bağlılığın güzel tesirleriyle, belki telâfîsi mümkün olmayan pek çok mânevî kayıptan kurtulabilir. Yine bunun yanında, kalbî râbıtanın bereketiyle hayır yolunda nice mânevî kazançlara nâil olabilir.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler

Osman Şems1813-1893

İstanbul’da yaşadı.Gençliğinde Nakşibendî idi.Sonra Halvetî büyüklerinden Kuşadalı İbrahim Efendi’ye intisap etti.Memuriyet ve ticaret hayatı vardır.Bir tekke şeyhi olmadı.İrşat görevini evinde yaptı.Arap ve Fars edebiyatını çok iyi bilirdi.Şiirleri mürettep bir divanda toplanmıştır.

Sorarsan ehl-i dünyaya nedir dünyayı bilmezler
Sanup ukbayı dünya nitekim ukbayı bilmezler
Görürler alemi rüyâ gibi rüyâyı bilmezler
Olurlar tâlib-i Mevlâ görüp Mevlâyı bilmezler
Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Kimisi hâle dem-beste olupdur kimisi kâle
Arar fakr ü fenâ içre bürünmüş köhne bir şâle
Erişmiş halk-ı cihân içindedir ârâyı bilmezler
Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Kimisi nefy ü isbât edip Tûr-ı tekellümden iner tîhe
Kimi tecrid edip Tûr-ı tekellümden iner tîhe
Kimi tefrît edip üftâdedir vâdi-yi teşbihe
Kimi takyîd etmiştir edip ifrât tenzîhe
Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Muhakkak etmeyenler reh-nüma bir merd-i âgâhı
Çerâğ-ı dîde-i cân etmeyenler derd ile âhı
Münevver görmeyenler âlem-i zulmât-ı cân-gâhı
Bi-hakkı câh-ı sultân-ı sarây-ı “lî maa’llâhi”
Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Girüp şâm u seher manend-i Şems âlemde devrâne
Vücudun etmeyen şem’-i cemâl-i aşka pervâne
Geçip kayd-ı sivâdan olmayanlar akla bîgâne
Düşüp zencîr-i aşka durmayan divâne divâne
Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Bu konuda anlatılan bir masal vardır ki pek meşhurdur :
“Balıklar deryada sakin ,usulet ve sükunetle yüzerken içlerinden birinin sorması ile şaşırıp
kalmışlar.Su nedir? Soru oldukça basittir.Ama yıllar yılı içinde sürekli yüzüp yüzgeç attıkları suyun hakikatini hiç biri bilemez.Bunun üzere araya araya balıkların pirini bulur ve ona sorarlar;
Ey pirim,üstadımız,bu su nedir,nicedir?diye sorunca balıkların piri hiç düşünmeden
“Ben sudan başka bir şey görmüyorum ki onu size anlatayım”diye muammalı,esrarengiz bir
cevap vermiş.Şairde cihan içinde cihan ara,iç-içedir bilinmezler derken adeta bir kehanette bulunuyor ve şu anda pozitif bilimin bahsettiği iç içe evrenlere işaret ediyor.Aslında fizik ötesi ilimde yani ilmi ledün de sabittir ki;yedi kat gökyüzünden bahsedilir.Bunların her biri farklı bir boyuttur ve zamanın akış hızı,mekanın kesafeti tamamen farklıdır.Bu yüzden birbirlerini göremezler,görseler de ulaşamazlar.
Bu yüzdenden uzak,habersiz kopuk yaşarlar.Cihan içinde cihan,olduğunu bugün bilim adamları ispatlıyor. Fakat,önemli olan bu cihanın özünde,maverasında tek bir varlığın olduğunu bilmektir .
O ‘da Allah’tır.İşte O tek olan ilahi varlığın dışında-haricinde kalan ins-cin,melek-şeytan,toprak hava,su,güneş hiçbir şey yoktur aslında.Yani bunların harici bir vücudu yoktur.Hepsi o ezeli ve ebedi varlık güneşinden alır ışığını,müstakil bir ışıkları yoktur.
O ışıksa gerek mecazi,gerekse manevi kainatın ruhu özü olan Allahtır.
Allah evveli batında gizli bir hazine iken,bilinmek istemiş ademi bir ayna suretinde yaratmıştır.Alem aynasında esmasını,adem denilen yokluk aynasında ise ef’al,sıfat ve zatını seyretmek istemiştir.
Yüce Allahın iç içe dört büyük alemi vardır.Mülk,melekut,ceberut ve lahut.
Muhiddin-i Arabi Hz.leri bu dört alemi dört büyük derya olarak görmüş,lahut aleminin coşup açılması ile ceberrut aleminin,ceberut aleminin coşup taşmasıyla melekut aleminin,melekut aleminin cosup taşmasıyla mülk aleminin görüntüye geldiğini,aslında var gibi gördüğümüz fani varlığın bir hayal olduğunu,kainat denilen varlığın ezeli ebedi ve tek olan varlığın her an tecellisiyle zuhura geldiğini söyler.Hatta,bazı islam alimleri bu sürekli tecellinin bir an kesilmesiyle kainatın bir anda yok olacağını,kıyametin bu şekilde kopacağını iddia ederler ki doğrudur.Allah doğruyu söyler hidayet yalnız onun elindedir...

8 Temmuz 2011 Cuma

KURBAĞA BİR HAYAT DERSİ


Günlerden bir gün kurbağa yarışı düzenlenmiş!!!
Hedef yüksek bir kulenin tepesiymiş...
Kalabalık onları görmek ve alkışlamak için toplanmış.

 . Yarış başlamış

Aslında kimse onlarin tepeye varacaklarına inanmıyormuş... Ve şöyle konuşuyorlarmış aralarında « boşuna !!! Nasıl olsa başaramayacaklar... »
kurbağalar yavaş yavaş cesaretlerini kaybetmeye başlamışlar
yalnız bir tanesi bütün gücüyle tırmanmaya devam ediyormuş...
Ve insanlar konuşmaya devam ediyorlarmış

« hakikaten yazık !!! Nasıl olsa tepeye varamayacaklar !... »
ve kurbağalar yenilgiyi kabullenmek zorunda kalmışlar...bir tanesi hariç ! O, bütün koşullara rağmen devam ediyormuş......

Sonuçta, o bir tanesi hariç, hepsi yarışı terk etmişler.. O ise kulenin tepesine tek başına çıkabilmiş...
Herkes şaşkınlık içinde bunu nasıl başardığını merak etmiş !

İçlerinden bir tanesi ona yaklaşıp bu yarışı nasıl tamamladığını sormuş..
Ve bi bakmış ki......o kurbağa sağırmış !!

7 Temmuz 2011 Perşembe

ZAN VE HAVATIR



ZAN VE HAVATIR

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثٖيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخٖيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَحٖيمٌ
  
Ya eyyuhellezine amenuctenibu kesiram minez zanni inne ba'daz zanni ismuv ve la tecessesu ve la yağteb ba'dukum ba'da, e yuhibbu ehadukum ey ye'kule lahme ehihi meyten fe kerihtumuh, vettekullah, innellahe tevvabur rahîm.
Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir (Hucurat (49/12))

وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِى الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
Ve in tuti'eksera men fil erdi yudilluke an sebilillah, iy yettebiune illez zanne ve in hum illa yahrusûn.
Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.(En’am (6/116))

اَلَا اِنَّ لِلّٰهِ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِى الْاَرْضِ وَمَا يَتَّبِعُ الَّذٖينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُرَكَاءَ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
E la inne lillahi men fis semavati ve men fil ard, ve ma yettebiullezine yed'une min dunillahi şuraka', iy yettebiune illez zanne ve in hum illa yahrusûn.
Bilesiniz ki göklerde kim var, yerde kim varsa, hep Allah’ındır. Allah’tan başkasına tapanlar (gerçekte) Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Şüphesiz onlar ancak zanna uyuyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.(Yunus (10/66))

     Kalbi havâtırdan muhafaza etmenin yolu, sâlikin havâtırın ekserisinin kulak ve göz tarîkiyle kalbe girdiğini göz önünde tutmak suretiyle, devamlı olarak zikr-i kalbî ile meşgul olması, Havâtır geldiğinde istiğfar edip Allah Teâlâ’ya ilticâ etmesi, halktan uzaklaşarak boş konuşmaktan sakınması ve kalbini meşgul eden şeylerden sakınmasıdır.
     Nefs, şeytan ve dünya üçgenindeki günümüz insanının daha çok nefis ve şeytan kaynaklı havâtıra muhatap olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konunun ehemmiyeti bir kat daha artmaktadır. Bu nedenle, Allah ve Resulünün istediği tarzda bir mümin olabilmek için her davranışımız öncesinde mutlaka karşılaştığımız, kalbe gelen duygu ve düşüncelerimizin hak mı batıl mı olduğunu iyice bilmek ve ona göre hareket etmek durumundayız. Bu da ancak konunun gereği gibi öğrenilmesi ve hayatımıza tatbik edilmesiyle mümkün olacaktır.
     Gönül evi dediğimiz insandaki kalp, şeytanın ve nurani hikmetlerin uğradığı bir istasyon hükmündedir. Tasavvuf ehli derki: “Eğer gönül evi, Allah’ın nuru ile nurlanmış ve basiret frekansı Hakk’a açık olan Kamil Velilere ait bir istasyon olursa, o evde Velilerin sofrası kurulur. Nasıl ki, zenginlerin sofrasında dünya malı, Devlet adamlarının sofrasında yönetimle alakalı işler konuşulursa, Allah dostlarının sofrasında da, Allah’ın sıfatları, eşyanın hakikati konuşulur. Böylece, gönül evi gafletten arınmış, varlığının gayesine tam olarak erişmiş olur. Aksi takdirde gönül evi, canavar yatağı olmaktan kurtulamaz.”
      Netice olarak; kalp dört tarafı açık bir istasyon gibidir. Bu istasyona gelen duygular kimi zaman faydalı, kimi zaman da zararlı bilgiler olmaktadır. Kalbin istikamet üzere bulunması sayesinde ancak bu duyguların mahiyeti anlaşılır. Bunun için de kalp alemine nüfuzu olan kâmil mürşidlerin terbiyesine girerek, bunların kaynağına inilebileceği tasavvuf ehlince ifade edilir. Zira Bir mürşide ittibâ etmiş bulunan bir mürîd için onlar kalp mütehassısıdırlar.

Şeriat

Yusuf Kaplan 12 Kas 2021, Cuma İslâm antropolojisinin kaynağı olarak din ve şeriat ya da pınar, ırmak ve umman Önce şu: Türkiye’de, “ş...